Hâfız Dîvânı'ndan Seçme Beyitler, III
Şirâzi
Gazel 3
اگر آن تُرکِ شیرازی، به دست آرد دل ما را / به خالِ هندویش بخشم، سمرقند و بُخارا را
«Eger an Turk-i Şîrâzî bedest âred dîl-î mârâ
Be hâl-i hinduyeş bahşem Semerķand-u Buhârâ...»
O Şirazlı güzel, bize iltifat eder, gönlümüzü alır ve aşkımızı kabul eylerse; yanağındaki kara bene Semerkand'ı da bağışlarız Buhara'yı da!
Sâkî, o kalan şarâbı sun. Çünkü Cennet'te Rüknâbât suyunun kıyısını bulabilirsin, ne de Gülgeşt-i Musallâ'yı.
Feryâd, feryâd... Bu şûh, bu cilveli, bu şehri birbirine katan kara kaşlı, kara gözlü güzeller, sabrımızı öyle bir yağmaladılar ki, Türkler de hanı yağmayı ancak öyle kapışır, öyle yağmalarlar.
Ben, o Yusuf'un günden güne artan güzelliğinden anladım ki; aşk, Zelihâ'yı bile ismet perdesinden çıkarır.
Bana kötü söz söyledin, râzıyım. Allah affetsin... İyi söyledin; ama o şekerler çiğneyen lâl renkli dudağa acı söz yaraşıyor mu?
Sevgili, nasihatimi dinle. Saadetli, bahtiyar gençler, bilgili ihtiyarların nasihatını dinlerler.
Sevgilinin güzelliği, bizim noksan aşkımızdan müstağnîdir. Güzel yüzün düzgüne, allığa, bene, rastığa ne ihtiyâcı var?
Mûsıkîden, şaraptan bahset. Zamanın sırrına ait münâkaşaya pek girişme. Çünkü bu muammayı felsefeyle kimse halletmedi de, halledemez de...
Hâfız, gazel söyledin, inciler deldin. Gel, şimdi bir de güzelce oku da; felek, Süreyyâ yıldızını senin bu inci dizine saçsın.