Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Leylâ ile Mecnûn (8. Bölüm)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
soner




Mesaj Sayısı : 3323
Kayıt tarihi : 31/05/10

Leylâ ile Mecnûn (8. Bölüm) Empty
MesajKonu: Leylâ ile Mecnûn (8. Bölüm)   Leylâ ile Mecnûn (8. Bölüm) Icon_minitimeSalı Tem. 27, 2010 9:23 am

Leylâ ile Mecnûn (8. Bölüm)
Nizâmî
Leylâ'nın Tenezzüh İçin Bahçeye Gitmesi
Gül, ovaya kırmızı perdesini çekince; toprak, gülün yüzü ile tâzelendi. Ağaçlar, bahtiyârların yüzündeki tebessüm gibi çiçeklerini açtılar. Dünya, sanki kırmızı lâle ile sarı gülden iki renkli bayrak açılmıştı. Bağ ve bostandaki bu süs ve zenginlik, bülbülleri neşeden çıldırtıyordu.

Yeni yetişen çimenler üzerinde çiğ taneleri, zümrüt üzerinde inciler gibi parlıyordu. Lâle yaprağından zencefre saçıyorlardı. Zira üzerlerine siyahlık düşmüştü.[1] Menekşenin uzun saçları, oyun esnâsında iki yandan yere düşmüştü. Gonca, kemerini sıkıp dikenden otlar çekiyordu.

Nilüfer, gül renkli güneş karşısında siperini (kalkanını) harbetmeden su üzerine atmıştı.[2]

Sümbül, misk kokusunun kapağını açmış; gül de ona elini uzatmıştı.

Şimşad, saçlarını tarıyor; nar çiçeği, narı taneliyordu. Nergis, başı ateşler içinde hummalı hastalar gibi uykudan fırlamıştı. Güneş, şarap katrelerinden kanı erguvanın damarından akıtıyordu. Beyaz gülden köpüren gümüş çeşmede; nesrin, yaprağını yıkıyordu.

Gül, nazlı çocuklar gibi bûseler içinde gözünü açıyordu. Kendinin bir benzerini göremediği için bu kadar naz ediyordu. Susam, göğsünde dil değil kılıç taşıyordu. Hayır, hayır, yanılıyorum; başına kılıç asılmıştı. Kuşlar, karga gibi dillenmiş, bağda kuş dili ile konuşuyorlardı.[3] Turaç kuşu, gönlünden kebap yapıyor; kumru, göğsünden ona tuz serpiyordu.

Çınar ağacının üzerinde güvercinler, sevgiliden bahseden nağmeler terennüm ediyorlardı. Bülbül, yüksek ağaçlar üzerinde Mecnûn gibi âhlar çekiyordu. Gül, Leylâ yanağı gibi güzellik tâcı başında, mahfeden dışarı çıkmıştı.

Böyle parlak bir gül mevsiminde Leylâ, evinden çıktı. Saçları kıvrım kıvrım, gül gibi yanaklarını menekşeye benzeyen zülfü ile bezemişti. Etrafında o kabîlenin tatlı dudaklı güzellerinden bir inci dizisi...

Bunlar, Arap güzelleri. Arap endâmlı Türkler (güzeller), hakîkat çok güzel olur. O hûri gibi güzeller arasında Allah nazardan saklasın, bir gidişi vardı. Biraz çimenlerde dolaşmak, kırmızı gül altında oturup nergisin kadehiyle lâlenin ham şarabını içmek istiyordu.

İstiyordu ki, saçı ile menekşeye revnak, aynı zamanda büklüm, hasetten dolayı ıstırap, yüzü ile de güle tarâvet versin. İstiyordu ki, serv(iy)e binicilik öğretsin, beyaz gülden kerem ve iyiliği cebren (zorla) alsın, goncadan baş, çimen mülkünden haraç alsın. istiyordu ki, gölgesinin feyziyle yeşilliği süslesin. Serv(i) ve güle bakıp onların kendi endâmını ve tarâveti yanında ne kadar sönük kaldıklarını görsün ve onlarla biraz eğlensin...

Hayır, hayır, maksadı bunlar değildi. Ne serv(i), ne gül, ne de nesterendi. Maksadı, bir köşeye çekilip dertliler gibi âh etmekti. Sarhoş bülbüle sırrını açmak, eski ıstıraplarını tâzelemekti. Belki gülistandan esen rüzgarda garip yârinin bir eserini bulur da biraz gönlü ferahlar ve üzerindeki ağır mihnet yükü biraz hafiflerdi.

Orada bir ağaçlık vardı. Güya Çin ressamları eliyle süslenmişti. Ve bu müstesnâ güzellikler, hurmalıklar arasından yol muhakkak Cennet bağına çıkardı. Çölde bu kadar güzel bir mesire, kimse görmemişti. Leylâ ve arkadaşları, oraya gittiler. Leylâ, gül gibi çimenlerin arasına oturdu ve gölgesi, çimen üzerine gül nakşetti. Onun rüzgârı bereye estiyse orada susam çiçeği ve gül açtı. Hangi çimen üzerinde elini yıkadıysa, orada şimşad ve servi yetişti.

Bir müddet o lâle yanaklı ve servi boylu güzellerle konuşup gülüştü. Fakat biraz sonra oradan ayrıldı. Bir servi ağacının altına yalnız oturdu. Yeşil çimen üzerinde Leylâ, papağan kanadı üzerinde sülüne benziyordu. O gül demeti, yeşillik üzerine oturdu ve baharda öten bülbül gibi feryâd etmeye başladı. Bu feryâdlar arasında gizlice şöyle söylüyordu:

«Ey vefâkâr sevgilim, benim gibi seven, bana lâyık olan sevgilim. Ey genç ve âlicenap, ey içi aşk ateşi ve âhlarla dolu olan sevgilim. Gel böyle bir bağda gönlümü gam dağından kurtar. gel, dilediğin gibi otur, konuşalım. Ben, nar ağacını; sen de serviyi temâşâ edelim. Farz edelim benimle o derece meşgûlsün ki, benim evim ve bağımla alâkadâr olamıyorsun. Bâri lütfedip bir haber de gönderemez misin?»

Daha sözünü bitirmemişti ki, yoldan bir ses geldi. Bir adam, Mecnûn'un güzel gazellerinden şunu okuyordu:

«Ey benim hayatımı, düzenimi mahveden... Dâimâ seni ümid ederek yaşıyorum. Mecnûn,kan dalgaları içindedir. Leylâ, nasıl işi ve gücüyle meşgûl olabiliyor? Mecnûn, ciğerini paralıyor. Leylâ, kiminle zevk ve sohbette acaba? Mecnûn, çöllerde diken okuyla delik deşik olmuşken; Leylâ, hangi naz uykusuna varmıştır?

Mecnûn, her an binlerce nâle ve feryâd içindedir. Peki Leylâ, nerelerde gezip eğleniyor? Mecnûn, baştan aşağı dert ve yara içindedir. Leylâ, bahar mevsimini hangi bağda geçiriyor? Mecnûn, niyâz kemerini bağlamıştır. Leylâ, kimlerin yüzüne gülüyor? mecnûn, ayrılıktan gönlü perişandır. Leylâ, nasıl rahat içinde yaşayabiliyor?»

Leylâ, bunu işitince ağlamaya başladı. Gözyaşları, taşları eritiyordu. Güzel arkadaşlarından birisi, gizlice Leylâ'yı gözetliyordu. Onun sevgilisinden ayrı nasıl bir mihnet içinde yaşadığını, Mecnûn'u ne derece sevdiğini öğrenmişti.

Leylâ, eve dönünce yatağına girdi. Onun bu sırrını öğrenen arkadaşı, artık bunu saklamadı ve gördüğünü Leylâ'nın annesine anlattı. Bundan maksadı, Leylâ'nın derdine bir çâre bulunmasıydı. Zavallı ana, bedbaht kızının bu hâline çok üzüldü. Tuzağa düşmüş bir kuş gibi çırpınmaya başladı;

«Eğer onu elden bırakırsam; o (Kays), Mecnûn oldu, bu (Leylâ) da sarhoş olur... Eğer ona sabret dersem; o, sabredemez. ben de bir evlâdımdan olurum.»

diyordu. Ne yapacağını şaşırmıştı. Kızının bu hâline yanıyor, fakat sabrediyordu.

Leylâ, yani bir kaleye gizlenmiş o hazîne,bir mahfede Ay gibi dumana boğulmuş, nefesi tıkanmış bir halde, kılıç gibi öldürücü, gizli ıstıraplara tahammül ediyordu. Çok bedbahttı. Sevip de çekmeyen kim vardı? [4]

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Leylâ ile Mecnûn (8. Bölüm)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Leylâ ile Mecnûn (4. Bölüm)
» Leylâ ile Mecnûn (5. Bölüm)
» Leylâ ile Mecnûn (6. Bölüm)
» Leylâ ile Mecnûn (7. Bölüm)
» Leylâ ile Mecnûn (9. Bölüm)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Bilgi Köşesi :: Edebiyat-
Buraya geçin: