Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Leylâ ile Mecnûn (2. Bölüm)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
soner




Mesaj Sayısı : 3323
Kayıt tarihi : 31/05/10

Leylâ ile Mecnûn (2. Bölüm) Empty
MesajKonu: Leylâ ile Mecnûn (2. Bölüm)   Leylâ ile Mecnûn (2. Bölüm) Icon_minitimeSalı Tem. 27, 2010 9:19 am

Leylâ ile Mecnûn (2. Bölüm)
Nizâmî
Mecnûn'un Aşkı
Sabah erken kalkanların sultânı, gözyaşı dökenler ordusunun serdârı, aşk yolunda tek kalmak için savaşan aşk mahallesinin delisi, Bağdat mugannîlerinin kânunu [1]. Feryâd alıp satanların merkezi, bu kadar ıstırâba tahammül ettiği için, demir gibi metîn olan vücûdunun büyük "kös"ünü çalan (döğen) efsûs (yazık) kilisesinin râhibi; gizli sihirbâz, âşikâr dev, şeydâ ve aklı perîşânların Hârut'u, taçsız tahtsız Keyhüsrev, binlerce fâkirin gönlünü hoş eden, karınca askerlerine kıt'alar veren, yaban eşekleri sırtında tahtını kuran, vesvese kalelerinin burcu, bu bekçisiz kilisenin muhâfızı, garip gönlü kırık Mecnûn, dâimâ coşkun bir denize benzeyen bu zavallı âşık, kendi gibi birçok felâketler görmüş ürkek birkaç arkadaşıyla beraber, her seher vakti gider, o ay gibi güzel Leylâ'nın bulunduğu yeri tavâf ederdi. Leylâ'nın adından başka hiçbir şey söylemezdi. Ondan başka bir şeyden bahsetmek isteyen olursa dinlemez ve cevap vermezdi.

Leylâ, kabîlesiyle birlikte "Necît" adlı bir dağda otururdu. Mecnûn da ancak o dağın üzerinde biraz sükûn bulurdu. Sarhoş gibi düşe kalka o dağa gider, ellerini çırpar ve orada biraz neşelenirdi. Yüksek sesle gazeller okur, kendinden geçmiş bir halde oradan oraya koşardı. Sonra ağlayarak sabah rüzgârına hitâb ederdi:

«Ey sabah rüzgârı, sabah erken kalk, Leylâ'nın zülfünün eteğine yapış ve de ki: Senin mahvettiğin (rüzgâra verdiğin) Mecnûn, senin aşkından yollara düşmüş, sabah rüzgârlarından senin kokunu arıyor ve topraklara senin yüzünden çektiği gâmı anlatıyor. Diyârından ona bir nefhâ gönder, yâdigâr olarak bir parça toprak gönder. Rüzgâr gibi senin üzerine titremeyenin; değil rüzgâr, toprak kadar değeri yoktur. Canını sana vermeyen, kederden cân vermelidir.Eğer senin aşkının ateşi olmasaydı; gâm seli, beni sürüyüp götürürdü. Eğer gözyaşlarım olmasaydı, gâmımın ateşi, gönlümü yakardı. Cihânı aydınlatan "Güneş", benim ateşli âhımla alev saçmaktadır.

Ey cân evinin gizli mumu, pervâneni incitme... Senin sihirbâz gözlerin, bana uykuyu haram etti (bağladı). Nihâyet işte böyle ciğerim yandı. Gönlüm, senin derdinle rahat buluyor. Sen, gönlümün hem yarası, hem de merhemisin. Senin dudağın, şekerdir. Elinden gelse de ondan bana bir parça göndersen... Çünkü bu ıstırâp, içindeki perîşânlığıma (mâcûn-u müferrih) o şekerdir. Muhakkak bir nazâr değdi ki, senin nazarından düştüm. Ne kadar tâze meyvalar, nazâr yüzünden yere düşmüştür bir bilsen...

Onu zamâne parmağıyla gösterdi ve bu gösteriş, bu şöhret, onu öldürdü. "Parmak zahmı" (yarası), [2] öldürücü bir yaradır. Bana bir nazâr değdi (erişti, yetişti) ve onun yüzünden senin gibi yetişmiş bir meyva, elden gitti. Nazâr değmesin diye yanağın etrâfına yanmış üzerlik tohumundan çizgiler çekerler. Güneş tutulduğu zaman, yüzüne tuttuğu kara kızıl renk, küsûfun nazârı değdiği içindir.

Yüzüne bir duvak bile örtmeyen her hazîne, muhakkak talan edilir...» [3]

Mecnûn'un Leylâ'yı Görmeye Gitmesi
Birgün, hava; nurdan ipekli bir kumaşa bürünmüş, feleğin ayağının halhalını [4] Güneş'in ateşinin üzerinde eritip küpe yapmış (doğan Güneş) ve bu erime esnâsında yıldız cıvaları, harâretten şengerf [5] hâline gelip şafak kızıllığını meydâna getirmişti. Ürkek gönüllü Mecnûn, o birkaç arkadaşıyla cıva gibi âdetâ uçarak sevgilisinin bulunduğu yere geldi. Kâbe'ye gidenler gibi "lebbeyk" diye bağırıyor ve şiirler okuyordu. Ürkek gönüllü sevgilisinin civârına gitti, sabır gömleğini yırttı; gönlünün harmanı olan sevgilisinin etrâfında dolaşıyor, gönlünün yırtılmış eteğini dikiyordu. Sarhoşlar gibi salınarak yürüyor ve dövünüp duruyordu. Nihâyet irâdesi elinden gitti. Sarhoş bir halde Leylâ'nın çadırına girdi.

O ay gibi güzel Leylâ, çadırın içinde oturuyordu. çadırın perdesi açıktı. O, bunu gördü ve hasretten âh çekti. Bu, onu gördü ve feryâd etti. Leylâ, mahfe içinde bir yıldız; Mecnûn, felek gibi onun perdedârı... Leylâ, yüzünden peçesini [5] açmış; Mecnûn, uzun uzun şikâyetler ediyor. Leylâ, öyle coşkun ki, sanki göğsünde bir çenk var; Mecnûn, rübap gibi pençesi (çenk) başında.[7] Leylâ, Leylâ değil; dünyâyı aydınlatan bir sabah... Mecnûn, Mecnûn değil; kendini yakan bir mum... Leylâ, o gül bahçesi; Mecnûn, hayır değil, yara üstünde yara.[8] Leylâ, ay gibi parlak; Mecnûn, onun karşısında keten gibi gevşek ve mukâvemetsiz.[9] Leylâ, gül ağacı dikmekle meşgûl; Mecnûn, inci saçmakla... Leylâ, ne diyeyim, bir peri kızı kadar güzel; Mecnûn, nasıl anlatayım, bir ateş parçası...

Leylâ, sonbahar görmemiş bir "Beyaz Gül"; Mecnûn, solmuş ve sararmış bir çimen. Leylâ, sabah gibi aydınlık; Mecnûn, mum gibi onun önünde sönüyor. Leylâ, zülfünü nâz ile omzuna atmış; Mecnûn, kulağına kulluk halkasını takmış vefâlı bir köle... Leylâ, câna cân katan sabah şarabı içmekte; Mecnûn, vecd içinde hırkasını parçalayarak semâ etmekte. Leylâ, içeride ipekli kumaşı dikiyor, Mecnûn, dışarıda üzerlik yakıyor. Leylâ, açılmış bir gül gibi gelişiyor; Mecnûn, onu gözyaşlarının gül suyu ile suluyor. Leylâ, saçının ucunu tararken; Mecnûn, gözyaşı incisi tâneliyor. Leylâ, elinde misk kokulu şarap tutuyor; Mecnûn, şaraptan değil şarap kokusundan sarhoş...

Bu (Kays), onun bir kokusuna kânî. O (Leylâ), âşıkı bir kere kendisi aradığı için ondan râzı. Rakiplerin gözetlemelerinden korktukları için garipleri gibi uzaktan uzağa sevişiyorlardı. Fakat böyle uzaktan birbirlerini görmelerini dahi felek kıskandı. Bu kadarcık saadeti bile onlara çok gördü.[10]

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Leylâ ile Mecnûn (2. Bölüm)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Leylâ ile Mecnûn (2. Bölüm)
» Leylâ ile Mecnûn (14. Bölüm)
» Leylâ ile Mecnûn (3. Bölüm)
» Leylâ ile Mecnûn (14. Bölüm)
» Leylâ ile Mecnûn (4. Bölüm)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Bilgi Köşesi :: Edebiyat-
Buraya geçin: