Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Gassaniler

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Enes Okay




Mesaj Sayısı : 878
Kayıt tarihi : 12/05/10

Gassaniler Empty
MesajKonu: Gassaniler   Gassaniler Icon_minitimeCuma Tem. 23, 2010 9:30 am

Gassaniler
M.S. 3.yüzyılın sonlarına doğru Tedmür krallığının gücünü kaybettiği sıralarda Kuzey Arabistan'da iki devlet güçlendi. Bunlardan biri de Gassani Devletiydi.

Gassâniler, Suriye'de hüküm sürmüş bir Hıristiyan Arap hânedânıdır.[1] Yemen kökenli olup, Suriye'ye yerleşmişler ve Hıristiyanlaşmışlardır. Başkentleri, Şam'dır.[2] Bu hanedanın mevcudiyeti muhakkak olan ilk ve en önemli hükümdarı, monofizit kilisenin gayretli taraftarı ve hamisi El-Haris bin Cabala'dır.[3] Bunun yanına Munzir b. Haris ve Cebele b. Eyhem, Gassanilerin önemli hükümdarlarından sayılabilir.[4] Başkentleri, bugünkü Şam bölgesi içinde yer alan Busra (Bostra)dır.[5]

Ürdün'ün doğusunda yer alan Gassan'da Decaime kabilesinden bir grup yaşıyordu. Şam yönetimi, Bizans hakimiyeti altında olduğu için, bunlar da, Bizans'a bağlıydılar. Burası, verimli topraklara sahipti.[6] Ma'rib bendinin yıkılması sırasında Yemen'de yaşayan, [1] Cenubî Arabistan kabilelerinden olan [3] ve sonradan Evs ve Hazreç diye ikiye ayrılan [4] Ezd (Azd, Ezdoğulları) kabîlesi, buradan ayrılarak Suriye'deki Gassan Gölü çevresine yerleştiler.[1] Decaime, güçsüz ve biçare olduklarından onların yaşadıkları bölgeleri Ezd kabilesi işgal etti. Zamanla yerleştikleri bölgenin ismini alarak kendilerine "Gassânîler" denildi ve Yermuk savaşına kadar tarih sahnesinde kalmış oldular.

Gassan'lılar, Bizans İmparatorluğuna bağlı idiler. Onlardan güçlü kaleler, koca koca taş binalar yapmayı, savaş tekniklerini ve diğer medeniyet gereklerini öğrenmişlerdi. İran'ın hücumlarına karşı Bizans ile birlikte karşı koyuyorlardı. Gassan'da da siyasi düzen genellikle akrabalık ilişkisi ve kabile esasına dayanıyordu. Çevredeki kabileler de görünürde Gassan emirlerine bağlı idiler.[6]

Hire ve Gassani hükümdarları, Yemenlilerin soyundandır. Yaşayışlarında ve kültürlerinde Yemen özelliklerini koruyorlardı. Bu iki devletin en önemli fonksiyonu, Bizans ve İran medeniyetlerine ait çeşitli özellikleri Arap yarımadasına taşıyan bir köprü olmasıdır. Bu kültür ve medeniyet özellikleri; din, kültür, okuma-yazma ve savaş tekniği gibi alanlarda kendini hissettirir.[4]

Gassaniler, Monofizit (Hz. İsa'nın varlığında tanrılıkla, insanlığın tek ve aynı bir öz halinde birleştiğini ileri süren öğreti. Monofizizm) düşünceye sahipti. Bu inanç, Hicaz bölgesinde yaygınlaştırıldı. Şam medeniyeti, hatta Doğu Roma medeniyeti ile Araplar arasındaki ilişkiyi bunlar sağlıyorlardı. Bu yüzden Aramice çok sayıda kelime Arapçaya girmiş oldu.[7][6]

Gassaniler'in hakimiyeti, zamanla genişledi.[4] Hânedânı Suriye'ye götüren Sa'lebe bin Amr'ın oğlu Cafna döneminde Gassânîler, Fenike, Filistin ve Havran bölgelerini hâkimiyetleri altına aldılar. Bu dönemde bölgenin en güçlü kabîlesi Sâlihler ile Romalılara vergi vermek sûretiyle iktidârlarını devâm ettirdiler.

Hâris bin Cabale döneminde (529-569) Sâlihleri yenerek nüfûzları altına alan Gassânîler bu defâ da İran'la komşu oldular. İbn-i Cabale, kendilerini İran'a karşı desteklemesi şartıyla Bizans İmparatorluğuna bağlandı. Koyu bir Hıristiyan olan İbn-i Cabale'yi İmparator İustinianos, Patricius ünvanı ile Suriye bölgesindeki bütün Arap kabîlelerinin reisliğine getirdi.

Cabale'nin ölümü ile yerine geçen oğlu Münzir döneminde Gassânîler zaman zaman İran'a ve zaman zaman da Bizanslılara bağlı kaldılar. 580 yılında Münzir'in İran'la anlaşma yapması üzerine Bizanslılar Anadolu Vâlisi Magnus idâresinde büyük bir orduyu Suriye bölgesine gönderdiler. Yakalanan Münzir ve oğulları İstanbul'a getirildi. Bundan sonra Suriye bölgesi büyük karışıklıklar ve mücâdeleler içerisine düştü.[1]

VII. Asrın ilk çeyreğinde İranlıların Suriye'yi işgal etmeleriyle Gassan Kralının siyasi kuvveti zayıflamış ve ülkesi de işgal altına girmiştir. Bizans'tan daha fazla Bizans taraftarı olan Gassaniler karşı hücum sırasında da Herakliyus'un yanında yer almışlardır. M. 627 yılında İranlıların mağlup edilip, Suriye'den çıkarılmalarıyla Gassaniler ülkelerini yeniden ele geçirmiş ve eski kudretlerine kavuşmuşlardır. M. 629 da İmparator, bir Gassani başkanına yeniden krallık tacını giydirmiştir. Bu sıralarda Gassan emiri el-Haris bin Ebi Şemer'e13 de Hz. Peygamber'in Şuca b. Vehb ile gönderdiği mektup ulaştırılmıştır. Mektup şöyledir:

«Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla! Allah'ın Resulü Muhammed'den Haris b. Ebi Şemer'e: Allah'ın selamı, hidâyet yoluna girmiş bulunan, Allah'a inanan ve bunu ikrar edenin üzerinde olsun!...Buna göre, senin mülkünün senin elinde kalması için, hiçbir şeriki ve ortağı bulunmayan.Bir ve Tek'lik sıfatında olan Allah'a İnanmaya seni davet ederim.. (Şayet iman edersen) krallığın sana kalır.»

Hz. Peygamber'in kendisine bu şekilde bir mektup göndermesine izzeti nefsinin kırıldığı hissine kapılan el-Haris, Medine'ye bir saldırı düzenleme tehdidinde bulunmuştur. Diğer taraftan Hz. Peygamberin, Busra valisine gönderdiği mektubu taşıyan Haris b. Umeyr-i Ezdi adındaki elçinin diğer bir Gassan emiri tarafından kendi arazisinden geçerken öldürülmesiyle birlikte bir dizi yeni olaylar cereyan etmiştir. Bu şekilde devletler arası hukuka aykırı olarak gerçekleşen bu haksız davranış, Müslümanları üzmüş ve öç almaları için harekete geçmelerine sebebiyet vermiştir.[8]

Hz. Peygamber, Ashabtan Hâris b. Umeyr (r.a)'i Busra (Havran) Emiri Surahbil b. Amr el-Gassânî'ye İslâm'a davet mektubunu sunmak üzere yollamış, ama bu sahabi Gassaniler tarafından şehit edilmişti. Halbuki; "elçiye zeval yoktur" anlayışı gereğince düşman ülkeler bile birbirlerinin elçilerine dokunmazlardı. Hz. Peygamber, ashabına çok düşkündü, onlardan birinin başına bir sıkıntı geldi mi ondan çok rahatsız olurdu. Bu sebeple ashabından birinin küstahça öldürülüşüne seyirci kalamazdı. Hemen 3000 kişilik bir ordu hazırladı. Ordunun kumandanı Zeyd b: Hârise idi. Şayet bu zât şehit düşerse yerine Cafer b. Ebi Talib, o da şehit düşerse Abdullah b. Revâha geçecekti. düşman önce İslâm'a davet edilecekti, kabul etmez ve cizyeye de razı olmazsa İslâm elçisini öldüren bu cânilerle savaşılacaktı. Peygamberimiz (s.a.s) orduyu Seniyyetü'l-Veda'ya kadar yürüyüp uğurladı.

Halid b. Velid gibi yüksek askerî bir deha ve üstün strateji bilgisine sahip bir kimse de bu savaşa bir nefer olarak katılmıştır. H.8/M.629 yılında İslâm ordusu Medine'den çıkıp Mûte'ye ulaştığında karşılarında Bizans'ın desteğinde Hıristiyan Araplardan oluşan 100.000 kişilik bir ordu bulmuşlardı. İslâm ordusunun kumandanları meseleyi tartıştılar; geri dönmek, Hz. Peygamber'e haberci yollamak hususlarını görüştüler. Ancak savaş görüsü ağır basmış ve iki ordu karsılaşmıştı. Zeyd. b. Hârise (r.a) şehit düşünce, sancağı, Cafer aldı Ca'fer'in sağ eli kesildi; bu sefer sancağı sol eliyle tuttu. Sol eli de kesilince sancağı yine bırakmadı; kesik iki elinin kalan kısımlarıyla sıkıştırarak göğsü arasında tuttu. Nihayet o da şehit düştü. Bundan sonra sevgili Peygamberimizin emrine uyularak sancağı, Sahabenin sâirlerinden Abdullah b. Revâha aldı; o da şiirler söyleyerek harbetti ve şehâdet şerbetini içti. İşte bu sırada askerde genel bir çöküntü doğmak üzereydi ki, askerin hemen hepsinin isteği üzerine Hâlid b. Velid kumandayı ve sancağı eline aldı. O gün aksama kadar savaş yapıldıktan sonra Halid, ertesi sabaha kadar sağ kanatta bulunan Müslüman askerleri sol kanada, sol kanattakileri sağ kanada, arkadakileri öne ve öndekileri arkaya alarak yerlerinde değişiklik yaptı. Böylece düşmana yeni destek kuvvetleri geliyormuş izlenimini vermek istiyordu. Bir yandan da İslâm ordusunu kesin hezimete uğramaktan ve bütünüyle kılıçtan geçirilmekten korumak için yavaş yavaş geriye çekiliyordu. Hatta ric'atten evvelki bir hücumunda Hâlid, düşmana bir hayli kayıp verdirmiş ve bol ganimet de elde etmişti. İşte bu şekilde İslâm ordusunu Medine'ye sağ-salim geri getirdi. Peygamber Efendimiz bu savaşı Medine'de, olduğu gibi görmüş ve her safhasını minberden Müslümanlara anlatmıştı. Sıra ile kumandanların şehadetini anlattıktan sonra sıra Hâlid'e gelince "En sonunda sancağı Allah'ın kılıçlarından bir kılıç aldı." buyurmuş ve bundan sonra Halid b. Velid'e "Seyfullah" lakabı verilmişti. Hâlid b. Velid diyor ki: "Mûte Savaşında elimde dokuz kılıç parçalandı." Bu ifadeden Mûte Savaşı'nın ne kadar şiddetli geçtiğini anlıyoruz.

Bu savaşa katılmış bulunan Abdullah b. Ömer diyor ki: "Mute günü ben Ca'fer'i şehit edilmiş olarak gördüm. Onun vücudunda süngü ve kılıç darbesiyle elli yara saydım. Bu elli yaradan hiç biri arkasında değildi." Bundan Ca'fer b. Ebu Talib'in ne kadar korkusuzca ve sanki arkasına hiç dönmeden düşmanla savaşmış olduğu anlaşılmaktadır. Ca'fer şehit olduktan sonra "Ca'fer-i Tayyar" diye anılmıştır. Allah yolunda kesilen iki koluna karşılık Cenab-i hak ona iki kanat ihsan etmiştir ki, bu; onun mânen yüce mertebelere eriştirildiğine işarettir denilmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s), bütün ashabını ayırt etmeksizin çok severdi. Bu üç şehit kumandanı ve Habeşistan muhacirlerinden amcasının oğlu Ca'fer'i de çok severdi. Bir süre, şehitlerin ardından ağladı. Bu; sevgi, şefkat, merhametin eseri olan ağlamaktı, yoksa feryat değildi. Nitekim feryat tarzındaki ağlama haberleri kendisine ulaşınca böyle ağlamaktan Müslümanları yasakladı. Peygamber Efendimiz şehitlerin ve bu arada amcasının oğlu Ca'fer'in ailesini de teselli etmişti.[2]

Mute'de cereyan eden Gassanilerle Müslümanlar arasındaki savaşta; Müslümanlar, Resulullah tarafından tayin edilen üç komutanı da birbiri arkasına şehit vermiştir. Bu durum karşısında Halid b. Velid komutanlığı üstlenerek geri çekilmiştir. Hicri VIII. M. 629 senesinde gerçekleşen bu savaştan sonra IX. Hicri yıla doğru bu kabilenin üç kişilik bir heyet Medine'ye gelerek Müslüman olmuştur. Yine aynı yıl içinde Gassanilerin (yani Bizanslıların) endişe uyandırıcı savaş hazırlıklarına giriştiklerine dair haberler üzerine, Resulullah da 30.000 mevcutlu bir ordu hazırlayarak Tebük'e gelmiş ve konaklamıştır. Burada Bizans'ın Arabistan'ı istilasına dair anlatılanların aslı olmadığı anlaşılmış, Resulullah burada 20 gün süreyle kalarak tekrar Medine'ye geri dönmüştür.[8]

Son Gassânî hükümdârı Cebele bin Eyham, Bizans ordusunun safında olarak Yermük'te halîfe Hz. Ömer'in ordusuna karşı savaştı. Bu savaşta Hâlid bin Velîd komutasındaki İslâm ordusu, üstün Bizans ordularını büyük bir bozguna uğrattı (635). Bu zafer sonunda bütün Suriye bölgesi, Müslümanların eline geçti ve Gassânî Hânedânı son buldu.[1]

Gassânîler konusunda İslam tarihine düşmüş başka bir anektod da şöyledir:

Suriye'de Gassânî Devleti'nin son hükümdarı olan Cebele (Cebele bin Eyham), Hz. Ömer zamanında gayrimüslimlerden cizye alınacağı ilan edilince, bu vergiyi vermemek için [10] Medine'ye gelip Müslüman oldu. Hacc için ihrama girdi. Tavaf esnasında bir bedevi onun ipekli ihramına bastı. Cebele, hiddetinden bedevinin yüzüne bir tokat attı. Bedevi de Hz. Ömer'e gidip Cebele'yi şikayet etti. Hz. Ömer (R.A.), Cebele'ye: "Ya hasmına diyet vererek onu razı et! Veya, o da senin yüzüne aynı şekilde vurarak hakkını alsın!" dedi. Cebele: "Ben, hükümdarım; o ise sıradan bir bedevidir." dedi. Hz. Ömer (R.A.): "İslam'da bunun yeri yoktur. İlahi adalet karşısında her ikiniz de eşitsiniz!" dedi. Bu sefer Cebele: "Öyle ise bu akşam düşüneyim!" dedi.

Cebele, bedeviye bir kaç kuruş diyet verip razı etmeyi gururuna yediremedi. O gece yanındakilerle birlikte kaçtı. Bizans'a sığındı ve irtidât etti (dinden çıktı). Bir müddet sonra ise öldü. Gururu, kendisini İslam'ın nurlu yolundan uzaklaştırdı. Nefsani arzularına aldandı ve böylece ebedî olarak cehenneme mahkum oldu.[
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Gassaniler
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Bilgi Köşesi :: Gizemli Medeniyetler-
Buraya geçin: