Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Fâtımîler (970-1171)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Enes Okay




Mesaj Sayısı : 878
Kayıt tarihi : 12/05/10

Fâtımîler (970-1171) Empty
MesajKonu: Fâtımîler (970-1171)   Fâtımîler (970-1171) Icon_minitimeCuma Tem. 23, 2010 9:29 am

Fâtımîler (970-1171)
Kategori: Gizemli ve Eski Medeniyetler *
Hazırlayan: Ayşegül - Editör: Akhenaton
Fâtımîler (Arapça: الدولة الفاطمية al-Dawla al-Fātimīya ya da فاطميون Fātimīyūn); [1] Kuzey Afrika'da, özellikle Tunus ve Mısır'da egemenlik sürmüş olan Arap sülalesi. Bu aileden olanlar, Hz.Muhammed'in kızı ve Halife Ali'nin eşi Fâtıma'nın soyundan geldiklerini ileri sürerler; ama bu sav, tarih kaynaklarında doğrulanmamıştır.[2] İslam tarihlerinde Meymûn el Keddah adlı İran asıllı Mecûsî ya da Yahûdi bir göz doktorunun torunları olduğu, hânedanlığın adına da kurucusu Ubeydullah el-Mehdî'ye nispeten, "Ubeydiyyûn" denildiği yazılıdır.[3][4]




Fâtımî Egemenliğinin Kurulması ve Yükselme Dönemi
İslâm dünyasında ilk ayrılıkçı hareketler, Hz. Osman zamanında başlamış ve Hz. Ali zamanında halifelik iddiasında bulunan Muaviye ile yapılan "Sıffîn Savaşı" sonunda, ilk bölünme meydana gelmişti. Müslümanlar Sünnî, Şiî ve Haricî adıyla üçe ayrılmışlardı. Bunlardan, Şiîliğin bir kolu olan İsmailîler, Abbasîler döneminde güçlendiler. Çeşitli İslâm ülkelerinde yoğun bir propaganda başlatan İsmailîler, bu alanda, en çok Kuzey Afrika'da başarı sağladılar.[5]

Fâtımî hareketinin doğuşuna, Şiiliğin bir kolu olan İsmâilîlik sebep olmuştur. İsmâilîler, 9. yüzyılda Hama ve Humus arasındaki küçük Selimiye kasabasını merkez edinip geniş bir propaganda faaliyetine giriştiler. İran, Irak, Yemen ve Kuzey Afrika'da faaliyet gösteren "dâî" adı verilen ajanlar, Mağrib'de Kitame Berberî kabîlesinde nüfuzlarını iyice kuvvetlendirdiler. 859 yılından itibâren Ağlebîlerin (Akşid) saltanatını (850-910) sarsmaya başladılar. İsmâilî hareketi, tehlikeli bir hâl almaya başladığından, Bağdat'taki Abbâsî halifesi, bunların reisi Ebû Sâid denilen Ebû Muhammed Ubeydullah'ı sıkıştırınca Mısır'a kaçtı. Ubeydullah, Mısır'dan tüccâr kılığında Mağrib'deki Sicilmase şehrine geçti. Şehrin hâkimi Ziyâdetullah el-Yera, Ubeydullah'ı huzursuzluk çıkarmaması için yakalatıp hapsettirdi. Bunun üzerine dâîler, kuvvetli bir propagandaya girişip isyan ettiler. Dâîlerden Eş-Şii, isyancılara hâkim olup Ağlebî devletine son verdi. Ubeydullah'ı hapisten kurtarıp "El-Mehdî" lakâbını ve Emirü'l Mü'minîn ünvanını verip tahta geçirdi. Dâîler, o bölgedeki Mâlikî mezhebindeki ahâliye zulmedip Şiîliğin esaslarını kabûle zorladılar.[3]

Ubeydullah el-Mehdî, 910'da, Kuzey Afrika'da (Rakkan'da) Ağlebî egemenliğini ortadan kaldırdıktan sonra Abbasi halifeliğini de tanımadığını açıklayarak halifelik iddiasına kalkıştı. Mehdiye adıyla kurduğu kenti, Fâtımîlerin başkenti haline getirdi. Böylece Kuzey Afrika, Ubeydullah el-Mehdî döneminde Fâtımîlerin eline geçmiş oldu. Fâtımîler'in en büyük rakipleri, Endülüs Emevileri idi. O sıralarda Batı'da, Endülüs-Emevi devletinin güçlü hükümdarlarından III. Abdurrahmân (912-961) iktidardaydı. III. Abdurrahmân, İsmâilîleri Kuzey Afrika'da durdurdu. Onu yenilgiye uğratmak ve Endülüs topraklarını ele geçirmek olanağı bulamayan Fâtımîler, Mısır topraklarına göz diktiler. 914'deki ilk saldırıyı 921 ve 935'teki saldırılar izledi. Ama Fâtımî orduları, bu seferlerde istenilen sonuçları alamadılar.[2/3]

Fatımiler, ilk devirlerinde, iç karışıklıklar, salgın hastalıklar ve kıtlıkla mücadele etmişlerdir.[5] 958'de Fâtımî orduları başkomutanı Cevher, Cezayir ve Fas'ı aldıktan sonra; 969'da, Fâtımî Sultânı Mubizz li-Dinillah döneminde Mısır'ın fethine girişerek Fustat kentini (günümüzde eski Kahire) aldı ve İhşidlilerin hâkimiyetine son verdi. Bu kent, 973'de Fâtımîlerin başkenti oldu. Böylece, daha önce Sünnî inançları benimsemiş olan Mısır halkı, artık Şiilerin yönetimi altına girmiş oldu. Cevher, Mısır'ı iktisâdî açıdan düzenledikten sonra Mekke ve Medine'ye yönelerek bütün Batı Arabistan'ı ele geçirdi. Daha sonra Suriye'ye yönelen Fâtımî orduları, Karmatîlerle uzun süre savaşarak 998'de Şam'ı ele geçirdiler ve doğu sınırlarını Trablusşama kadar ulaştırdılar.[2/3]

Aziz Biilah (975-996)'tan sonra Fâtımî halîfeliğine 11 yaşındaki oğlu Hâkim bi-Emrillah geçti. Hâkim'in çocuk yaşta olması sebebiyle ülkede i. karışıklıklar ve isyanlar çıktı. Hâkim, büyüdükçe duruma hâkim olmasına rağmen, sefâhate düşkünlüğü ve kan dökücülüğü, Fâtımîler arasında nefrete sebep oldu. Hıristiyan ve Yahûdîler için mâbedler yaptırdı. Yahûdîlikten dönme vezir Dırâr, Hâkimi iyice yoldan çıkardı.

Ahâliye zulmedip çok kan döken Fâtımî sultanlarının millete hoş görünmek ve onları kandırmak için yaptıkları hilelerden biri de, paraların üzerine âyet-i kerîme ve hâdis-i şerîfler yazdırmak oldu. Ashâb-ı Kirâm, Tabiîn ve geçmiş İslam devletlerinde paraların üzerinde mübârek kelimeler yazılmamıştı. Çünkü para, alışveriş vasıtası olduğundan yerlere düşüyor, abdestsiz dokunuluyor ve o mübârek kelimelerin yazıldığı paralarla uygun olmayan yerlere giriliyordu. Bu ise, İslam ahlâkına aykırı bir davranıştı. Hâkim bi-Emrillah, bu bozuk icraatlarıyla ahâliyi kandırıyordu.

Hâkim bi-Emrillah zamanında Mısır'a Hamza bin Ahmed tarafından Derezîlik (Dürzülük) inancı sokuldu. Mısır'dan sonra Suriye ve Lübnan'da da Derezîlik yayıldı. 1017'de, Derezîlerin telkin ve teşvikiyle Hâkim bi-Emrillah, kendisini Tanrı ilan etti ve 13 Şubat 1021'de esrârengiz bir şekilde kayboldu. Yerine 16 yaşındaki Zâhir (1021-1036) geçti. İktidâr, zeki ve kurnaz bir kadın olan halası Sitte el-Mülk'ün elindeydi. Zâhir'den sonraysa Mustansır (1036-1094), Fâtımî tahtına çıktı.[3]

Fatımiler, halifeleri El-Mustansır zamanında (1036-1094) en parlak dönemlerini yaşamışlar, en geniş sınırlarına ulaşmışlardır. Onun zamanında Filistin, Suriye, Hicaz ve Yemen bölgelerini ele geçirerek imparatorluk haline geldiler. Ancak Mustansır'ın saltanatının ikinci yansında, Türk ve Berberiler arasında kanlı çarpışmalar başlamıştır. Orduda düzen kalmamış, iç isyanlar baş göstermiştir.[5]

1036'da Fâtımîlerin başına geçen Mustansır, 58 yıl iktidarda kaldı. Bu süre içinde Fâtımîler, bütün Kuzey Afrika, Mısır, Libya, Sicilya, Suriye ve Batı Arabistan'a egemen oldular. 1058'de (kimi kaynaklarda 1056'da) başkomutan Besâsirî, Bağdat'ı ele geçirdi; ama bir yıl sonunda Selçuklu Sultanı Tuğrulbey, Bağdat'ı Fâtımîlerden geri aldı [2] ve Abbâsî halîfeliğini Fâtımîlerden kurtardı.[3]




Gerileme Devri ve Yıkılış
Bazı kentlerin Şiilerin elinde olmasından huzursuzluk duyan Selçukluların, Şii iktidarına son vermek için önce 1071'de Kudüs'ü, 1076'da da Şam'ı ele geçirmeleri ile Fâtımîlerin Suriye üstündeki egemenlikleri son buldu. Öte yandan batıda (Kuzey Afrika'da) Zırîler ile İtalyan Normanları, Fâtımî egemenliğine son verdiler. Çeşitli topraklarını yitiren Fâtımîlerin çöküşü, böylece başlamış oldu. Bir yandan Fâtımî ordularının Bizans orduları ile çatışması, öte yandan hükümdarlar ile vezirlerin arasındaki anlaşmazlıklar, bu çöküşü hızlandırıyordu.[2]

1094'te Sultan Mustansır'ın ölümüyle yerine geçen oğlu Musta'li (1094-1101) geçti. Fâtımî devletinin çöküşünün hızlandığı bu devirde, iç karışıklıklar da devam ediyordu. İç karışıklıklarla beraber, Türk-İslam orduları ve Haçlılar, Fâtımîlerin çöküşünü hızlandırdı. Haçlılar, 1099'da Kudüs'ü ele geçirdi. 1101'de Musta'li'nin ölümüyle Amir (1101-1130) başa geçirildi. Amir devri, Mısırlılar ve Haçlılar arasındaki savaşla geçti. 1130'da Amir'in bir Bâtınî fedâî tarafından öldürülmesiyle elde kalan Sur ve Askolan'da idâre, büsbütün karıştı. Devletin başına Amir'in amcasının oğlu El-Hâfız (1130-1149) geçti. El-Hâfız ve Zâfir (1149-1154) dönemlerinde de iç olaylar, artarak devam etti. Askerî isyanlar, durmak bilmiyordu. Haçlılar, 1153'te Fâtımîlerin son kalesi olan Askolan'ı da aldılar. 1154'te Zâfir'in öldürülmesiyle 5 yaşındaki oğlu Fâiz (1154-1160), Fâtımî tahtına oturdu. İktidâr ise, saray kadınlarının davetiyle vezirlik makamına getirilen Talâi bin Ruzik'in elindeydi. Bu vezir, devletin kötüye gidişini durdurmaya çalıştı. Gazze'de Hıristiyanlara karşı zafer kazanıldı (1158). Vezir Talâî de, çok geçmeden son Fâtımî Sultânı Adîd (1160-1171)'ün başa geçmesinden kısa bir süre sonra öldürüldü. Fâtımîler, bundan sonra Haçlılar ve Nûreddîn Mahmûd Zengî arasında kukla bir duruma düştüler.[3]

1164'te El-Adîd, veziri Şaver'i görevden alınca; Şaver, hükümdarı Halep ve Şam atabeki Nûreddîn Mahmûd bin Zengî'ye şikayet etti. Nûreddîn Zengî, Şirkuh adlı komutanını El-Adîd üstüne göndererek Şaver'i yeniden görevine getirtti; ama Şaver, bu kez de haçlılarla anlaşınca; komutan Şirkuh, Suriye'ye geri dönmek zorunda kaldı. Birkaç yıl sonra Şaver'in üstüne yürüyen Şirkuh (bu kez yanında yanında yeğeni Selâhaddîn-i Eyyûbî de vardı.), bir sonuç alamadı.

Haçlı orduları Kahire'yi kuşatınca zor durumda kalan Şaver, bir kez daha Nûreddîn Zengî'den yardım istedi. Şirkuh, yeğeni Selâhaddîn-i Eyyûbî ile üçüncü kez Kahire'ye gitti ve bu kez Şaver öldürüldü. Ne var ki vezir olan Şirkuh da ancak iki ay daha yaşadı. Halîfe El-Adîd, bu kez Selâhaddîn-i Eyyûbî'yi vezir atayarak ona "Melikü'n-Nâsır" ünvanını verdi. İsmâilî Fâtımî halîfeliğinin son veziri olan Selâhaddîn-i Eyyûbî, Sultân Adîd hastayken, 1171 yılının Eylül ayında, Bağdat Abbasi halîfesi adına hutbe okutarak Fâtımî soyunun saltanatına son vardı. Kısa bir süre sonra El-Adîd ölünce, Fâtımîler sülalesi de tarihe karışmış oldu. Bu davranışıyla Selâhaddîn-i Eyyûbî, İslam birliğinin temini yoluna gitti ve Abbâsî halîfesi ile Müslümanların sevgisini kazandı.[2/3]

Fatımî hükümdarı ve halifesi Mustansır'ın ölümünden sonra, İsmailî hareketinde bir bölünme oldu. Ortaya iki grup çıktı. Bu gruplardan daha aktif ve aşın olanına "Batınîler" adı verilir. Batınîler, İslâm dünyasında son derece olumsuz rol oynadılar. Önemli çatışmalara ve iç karışıklıklara sebep oldular. Bu karışıklıkların en önemlisi Hasan Sabbah ayaklanmasıdır. 1090'da İran'da Alamut Kalesi'ni (Kartal Yuvası) ele geçiren Hasan Sabbah, adamları vasıtasıyla birçok suikast düzenletti. Büyük Selçuklu veziri Nizâm ül-Mülk ve Abbasî halifesi el-Müsterşid gibi devlet adamlarını öldürttü. 1256'da Alamut Kalesi'ni ele geçiren Moğollar, buradakileri öldürerek Batınîlerin faaliyetine son verdiler. İsmail hareketinin bölünmesiyle ortaya çıkan ikinci grup, ılımlı kişilerden olup, günümüzde Hindistan'ın Bombay şehrinde yaşayan İsmailî topluluğunun atalarıdır.[6]

Fâtımî Hükümdarları
1.Mehdi (Ubaydullah al-Mehdi Billah) (910-934):Fatimi hanedanının kurucusu
2.Kaim (Muhammed al-Kaim Bi-Emrillah) (934-946)
3.Mansur (İsmail Mansur Bi-Nasrillah) (946-953)
4.Müizz (Ebu Tamim al-Mu‘izz Li-Dinillah) (953-975)
5.Aziz (Ebu Mansur Nizar Aziz Billah (975-996)
6.Hakim (Al-Hakim bi-Emrillah) (996-1021)
7.Zahir (Ali az-Zahir} (1021-1036)
8.Müstensir (Maad al-Müstansir Billah) (1036-1094)
9.Müstali (Ahmad al-Mustali)(1094-1101)
10.Âmir (Mansur Âmir bi'Ahkamillah) (1101-1130)
11.Hafız (Al-Hafız)(1130-1149)
12.Zafir (Al-Zafir) (1149-1154)
13.Faiz (Al-Fā'iz bi-Emrillah) (1154-1160)
14.Aşid (Al-Aşid, El-Adid) (1160-1171) [1]
Yönetim Biçimi ve Ticaret Yaşamı
Fâtımîler, Abbâsiler ile rekâbet edip kendilerini halîfe olarak ilan ettiler. İdare tarzları, İslam dininin esaslarına uymaktaydı. Başta, mutlak olan sultan bulunurdu. Sultânın Allah tarafından seçilmiş bir aileden geldiği, ilâhî irâdeye göre hüküm verip hilâfet ettiği propagandası yapılırdı. Zaman zaman, Abbâsî halîfelerine ve Selçuklulara karşı birleşerek Müslümanlar aleyhine ittifak kurdular. İslam birliğini parçaladılar. Kurdukları medreselerde İsmâilî dâîler yetiştirdiler. Bilhassa Kayrevan ve Câmiü'l-Ezher medreseleri, bu gayelerine hizmet etti.[3] Fâtımîlerin en uzun süre egemen oldukları Mısır'da uyguladıkları yönetim biçiminin örnekleri vardır. Yönetim, 3 bölüme ayrılmıştı;

1.Dinî,
2.Askerî
3.Mâlî
Halifenin atadığı 2 vezir, askerî ve mâlî bölümlerin yönetimini; din yetkililerinde oluşan bir kurul da dinî yönetimi yönetiyorlardı. Mısır'daki ticaret yaşamı da Fâtımîler döneminde gelişmeler göstermiş; İtalya ve İspanya'yla deniz ticareti yapılmış; İskenderiyye ve Trablusşam, dünyanın önemli ticaret merkezlerinden olmuştur.[2]

Fatımîler döneminde toprak vergisinin belirli kişilerce toplanması zengin ve nüfuzlu bir sınıfın ortaya çıkmasına sebep oldu. Buna karşılık halktan ağır vergiler alındı. Fatımî halifeleri, o dönem hiçbir İslâm devletinde görülmeyen aşırı lüks ve ihtişam içinde yaşadılar. Fatımîler, Hıristiyanlara karşı hoşgörülü davrandılar. Onlara devlet yönetiminde önemli görevler verdiler.

Fatımiler, Mısır'da merkezi bir yönetim ve kararlı bir ekonomik durum sağlamışlardır. Saltanatları döneminde dini hoşgörü, oldukça geniştir; Hıristiyan ve Museviler, önemli mevkilere, hatta vezirliğe yükselebilmişlerdir. 12. yüzyılın sonlarına doğru halifelerin tahta çıkmaları, ağır bunalımlar yaratmıştır. Mısır, Haçlı saldırılarına dayanamamış, 1050'den itibaren iktidarı vezirler ele almışlardır. Bunlardan Selahaddin Eyyubi 1171'de Şii Fatımi halifeliğine son verip, hutbeyi Abbasi halifesi adına okutarak, Mısır'da yeniden Sünni egemenliğini sağlamıştır.[6]



Ordu
Fatımî ordusu, Berberilerden, Habeşlerden ve Türklerden oluşuyordu. Bu gruplar zaman zaman birbirleriyle de mücadele ediyorlardı. Özellikle Türk-Berberi mücadelesi, devleti uzun süre uğraştırarak ordunun gücünü sarstı.[6]

Ekonomi
Fatımî döneminde Mısır'da ticaret geliştirildi. Onlar Hindistan ve Avrupa'daki bazı devletlerle ticarî ilişkiler kurdular. Donanmaları sayesinde Mısır mallan İspanya'ya kadar taşındı.Fatımî Devleti, Kuzey Afrika'ya, Mısır'a, Hicaz bölgesine ve Suriye çevresine egemen olmuştu. Bu topraklardan Mısır ekonomik yönden gelişmiş bir bölgeydi. Kısa sürede milletler arası ticarette yerini alan Fatımîler, büyük gelirler elde ettiler. Devlet ekonomik yönden hızla güçlendi. Ekonomideki bu düzelmeler, gelir dağılımındaki büyük adaletsizlikten dolayı halka pek yansımıyordu. Devlet gelirleri; yöneticiler, komutanlar ve memurlar arasında paylaştırılıyordu. Bunlar, bolluk ve lüks içinde yaşıyorlardı. Halk ise yoksuldu. Ülkede sık sık iç isyanlar çıkmasının sebebi de buydu.[6]




Bilim ve Kültür
Kuzey Afrika'da kurulan Fâtımî hanedanı, kısa zamanda Mısır'ı ele geçirdi. Şii mezhebinin hararetli bir savunucusu olan Fâtımîler, devletlerin ismini Hz. Peygamber'in kızı Hz. Fatıma'nın adından almışlardı. Şii mezhebini ve kültürünü yaymak için İslam dünyasının her yanına dâîler gönderdikleri gibi, Kahire'de de bu dâîleri eğitmek için ilmî müesseseler kurdular. Bu ilmi müesseselerin bir bölümünü de kütüphaneler oluşturdu.[7] Batıni mezhebinden olan Fatimilerin 972'de kurdukları El-Ezher medresesi dönemin en önemli eğitim kuruluşudur.[12] Kâhire'nin Fâtımîler tarafından zaptından bir yıl sonra inşa ettirilen el-Ezher camiini halife El-Azîz, bir medrese hâline getirdi.[8:7] Ezherde daha sonraları halife el-Hakîm ve diğer halifelerin gayretleriyle gelişen kütüphanelerin temelinin bu devirde atıldığı sanılmaktadır.[7]


El hâkim Kahire'de Dârül - hikme adıyla bir medrese yaptırdı. Bu medresede okuma salonları, kütüphaneler ve çok sayıda ders çalışma odaları mevcuttu. Bütün bilimlerin okutulduğu bu medresede, birçok bilim adamı çalışıyordu. Ünlü El-Ezher Üniversitesi de bu dönemde kuruldu. Fatimîler, Kahire'de bir de rasathane kurmuşlardı.[6]

Halife Muiz ve Aziz devirlerinde vezirlik mevkiinde bulunan Yakup b. Kilis, sadece idare ve iktisâdî alanlarda değil; kültür sahasındaki görüş ve tavsiyeleri ile de bu halifeler üzerinde son derece tesirli olmuştur.[9:7] Bir Yahudi mühtedisi olan İbn Kilis, vezaret mevkiine geçişinden itibaren her pazartesi ve çarşamba günleri, sarayında devrinin fâkihlerini, filologlarını, şairlerini ve hafızlarını toplar, onlarla ilmi meseleleri münakaşa ederdi. Sarayındaki müstensihler de bir çok önemli eseri istinsah etmekte ve İbn Kilis'in kütüphanesini zenginleştirmekteydiler.[10:7]

Halife el-Aziz Billah'ın saltanatı süresince özellikle dirayetli vezir İbn Kilis'in gayretleri sonucu dahilde sükun ve huzur temine dildiği gibi, iktisâdî bakımdan da önemli gelişmeler sağlandı. El-Aziz'in de, babası el-Muiz gibi mimari eserler yaptırmaya büyük meyli vardı ve Kahire'de birkaç cami ve saray inşa ettirdi.[11:7]



El Ezher Camii


Sanat
Fatımîler, İslâm sanatına bir yandan Kuzey Afrika diğer yandan İran sanat anlayışının girmesine hizmet ettiler. En ünlü Fatımî eserlerinden birisi Kahire'deki El-Ezher Camiidir. Bu camide İran sanatının etkileri belirgindir. Kahire surları da günümüze kadar ulaşan Fatımî eserlerinden biridir.[6] Kültür ve sanat alanında, özellikle Mısır ve Tunus'ta büyük gelişme gösteren Fâtımî mimarlık yapılarının çoğu, günümüze kalmamıştır. Tunus kıyısındaki Mehdiye'de kurulmuş olan kale duvarlarından ancak bazı yıkıntılar, medhiye camisinden ise ancak mihrap kalıntıları ve kapı revakı, günümüze kadar ayakta kalmıştır. 988'de yapılan ve Fâtımî mimarlığında önemli yer tutan Sfaks camisi, Kayrevan camisini anımsatır. Fâtımîlerden yalnız dört cami, on iki türbe, bir ziyaretgah ve bazı sur parçaları kalmıştır.

970'te başlanıp 972'de tamamlanan El-Ezher (Camiü'l-Ezher) Camisi'nde ise, ifrikiye mimarlığı ile Tolunoğlu camisinin etkileri yan yana görülür. Fâtımî mimarlığında önemli yer tutan öbür camiler arasında El-Hakim Camisi (990-1003), El-Akmar Camisi (1125), El-Cuyûşî Camisi (1085) ve Salih Talayi Camisi (1190) sayılabilir.

Fâtımîler, Mısırda bir çok türbe yaptırmışlarıdır. Fâtımîlerin mimarlık alanındaki süslemeleri, sonraki İslam geleneklerini önemli ölçüde etkilemiştir. Bu Sanatın özelliklerini mimarlıkta seramiğin kullanılması çizgilerden yararlanılarak yapılan kompozisyonlar, üsluplaştırılmış bitkiler, bakışımsız hurma ağacı biçimleri, insan ve hayvan figürlerinden esinlenilerek yapılan kompozisyonlar vb oluşturur.[2]

Fatımî sanatı, İslâm sanatı içinde özel bir yere sahiptir. Yapıların dış yüzeylerini niş (camilerdeki kubbelerde bırakılan küçük yuvarlak açıklık, girintilerle süslemişlerdir. Mimarîde çini kullanımı ileri bir düzeyde idi. Fatımî camilerinde görülen kırık kemerler Batı'dan da etkilenildiğini gösterir. Mimaride ana malzeme olarak taş kullanıldı. Ezher, Hâkim, Akmar ve Cuyûşi camileri yaptırıldı. Bâb-el Nasr, Bâb-el Futûh ve Bâb Zuvayla kapılan da Fatımî mimarisinin diğer örneklerini teşkil etti.[6]

Tarihteki Önemi ve Batınilik Propagandaları
Fatımîlerin, İslâm tarihindeki etkileri büyüktür. Çünkü İslâm dünyasındaki ayrılıklarda onlar büyük rol oynamışlardır. İslâm dinine mensup olanlar Sünnî ve Sünnîliğe aykırı mezhepler ve akımlar içerisinde toplanmışlardır. Sünnîlik, dinî, sosyal ve siyasî hayatı düzenleyen, kaidelerini ortaya koyan sistem olarak dört mezhep halinde ortaya çıkmıştır. Bunlar Hanefî, Malikî, Şafiî ve Hambelî mezhepleridir. Ancak 657 yılında Hz Alî ile siyasî rakibi Muaviye arasında halifelik makamı yüzünden anlaşmazlık başlamıştır. Muaviye'nin lehine sonuçlanan mücadeleden sonra İslâm dinindeki birlik bozulmuştur.Şiîlik, yani Ali taraftarlığı olarak başlayan hareket Sünnîliğe çok yakın ılımlı akımlar ile, Hz. Ali'ye Allahlık isnat edecek kadar ileri giden aşırı akımlar halinde gelişmiştir.İslâm'daki ilk ayrılık böylece siyasî mahiyette bir olay ile ortaya çıkmıştır. Hz. Ali taraftarlarının başlangıçtaki gayeleri, Hz. Ali soyundan birini halife yapmaktır. Fakat bu siyasî gayelerini, kısa süre sonra dinî bir mesele olarak ele almışlar ve fikir sistemi halinde işlemeye başlamışlardır.

765 yılında Hz. Ali soyundan 6. imam Cafer-î Sadık ölmüştür. Yerine büyük oğlu İsmail'in İmanı olması kararlaştırılmış, ancak tam bilinmeyen sebeplerden dolayı bundan vazgeçilmiştir, İsmail'in küçük kardeşi Musa'nın imam yapılması Şiîler arasındaki ilk kesin ayrılığa sebep olmuştur. Musa'nın tarafını tutanlar, Şiîliğin ılımlı bir kolunu teşkil etmişlerdir, İsmail'in tarafın tutanlar ise İsmaililik adı altında toplanmışlardır. İsmaililer, Kuran-ı Kerim'in açık manâlarına inanmayıp kendilerine göre Moğollar zamanına kadar yaşamıştır, İlhanlı hakanı Hülâgü 1256 yılında kaleyi alıp faaliyetlerine son vermiştir.[6
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Fâtımîler (970-1171)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Bilgi Köşesi :: Gizemli Medeniyetler-
Buraya geçin: