Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Necip Fazıl Kısakürek (2. Bölüm)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
soner




Mesaj Sayısı : 3323
Kayıt tarihi : 31/05/10

Necip Fazıl Kısakürek (2. Bölüm) Empty
MesajKonu: Necip Fazıl Kısakürek (2. Bölüm)   Necip Fazıl Kısakürek (2. Bölüm) Icon_minitimeSalı Tem. 27, 2010 9:32 am

Necip Fazıl Kısakürek (2. Bölüm)
Hazırlayan: Akhenaton
Sanatı ve Edebî Kişiliği
Necip Fazıl Kısakürek şiirle küçük yaşlarda ilgilenmeye başlamıştır. O dönemin genel şiir anlayışı olan hece ölçüsünü kullanarak yazma ve kendi tarzı yakalamaya başlamıştır. İlk şiir örnekleri, korku ve yalnızlık temasına dayalı insanın iç dünyasına yönelen çalışmalardır. Kitabe, Örümcek Ağı, Kaldırımlar ve Bu Yağmur şiirleri onun ilk dönemi diyebileceğimiz 1935 yılı öncesini kapsayan dönemi ifade eden şiirlerdir. Fransa'da felsefe eğitimi sırasında bergson'un sezgicilik anlayışı şiirlerine yansımıştır. Abdulkadir Arvasi hazretlerini tanıdıktan sonra ideolojik olarak yazmaya ve yazdıkça tepki görmeye başlamıştır. Yazıları ve fikirlerini aralıklarla çıkarttığı Büyük Doğu dergisinde yayımladı. Muhsin Ertuğrul'un etkisiyle tiyatro çalışmalarında bulundu. Tohum, Reis Bey, Bir Adam Yaratmak başlıca tiyatro çalışmalarıdır. İkinci dönem diyebileceğiz 1935 sonrasında daha çok şiirlerinde Allah, ölüm, ve zaman konularına yer verdi. Dönemin sorunlarına ve insanlığa bir çözüm olarak gördüğü fikirlerini ifade edebilmek için şiiri büyük ölçüde kullandı. Şiire dair görüşlerini Poetika adlı çalışmasında dile getirdi. 1970'li yıllarda daha önce çeşitli isimler adı altında yayımladığı şiirlerini özellikle benimsediklerini Çile isimli şiir kitabında topladı. Necip Fazıl'ın şiirinde değişimin temel nedeni olarak onun ideolojisini değiştirmesi ve mükemmelliğe ulaşma çabası gösterilebilir. Nitekim bu değişim ve reddetmeler sonucunda onun 200'den fazla şiirinden sadece 48 tanesi değişmeden kalabilmiştir. Sürekli olarak ritimde ve içerikte mükemmeli yakalama çabası ve şiirin amacı olarak hakikati bulmayı dile getirmesi onun şiire bakışını kısaca ifade eder.[29]

1928'den sonra yayınladığı kitaplar, daha önceki kitaplarında çıkmış şiirlerinden yaptığı seçmelere yenilerini de eklemek suretiyle meydana gelmiştir. Bu şekilde bastırdığı üç eserinden birincisi, "Ben ve Ötesi" (1932); ikincisi, "Sonsuzluk Kervanı" (1955); ve üçüncüsü de "Çile" (1962) adlarını taşırlar. Şiirler, birincisinde kronolojik olarak, yani yazıldıkları yıllara göre sıralandıkları halde; ikinci ve üçüncüde, konularına göre sıralanmışlardır. Şair, son iki kitabının önsözlerinde, bu kitaplarına aldığı şiirlerinden gayrısının kendisi ile artık bir ilgisi kalmamış olduğunu bildiriyor. Yine bu önsözlerde, ayrıca, "Ben ve Ötesi"nin yayım tarihi olan 1932'den sonra şiirden çok siyasi ve dini konularla ve bu arada tiyatro eserleri yazmakla ilgilenmesini dikkate alanların kendisine yönelttikleri "şiiri bıraktığı" ithamını şiddetle reddeden şair, bu müddet zarfında kendi sanat anlayışında meydana gelen değişikliği de izah eder. Bu izaha göre, kendisinin fikir ve ideoloji yolundan varmak istediği gaye ile bizzat şiirin gayesi arasında herhangi bir fark yoktur.Çünkü şiir de, aslında yalnız kendisine değil, aynı zamanda Allah'a ve Allah davasını güden topluluklara bağlıdır ve bağlı olması da lazımdır. Böylece "sanat için sanat" ve "cemiyet için sanat" formülleri, aynı noktada birleşmiş olur. Şair, cemiyet içindeki görevini şiiriyle yaptığı gibi, değişik yazı sahalarında ve değişik şekillerde de yapabilir. Bu davranışına bakarak, onun aslî sıfatından, yani şairlik vasfından ayrılmış olduğunu kabul etmek hatadır.[12]

Necib Fâzıl 1935'e kadar daha ziyâde ferdî, beşerî duyguları, kendi iç sıkıntılarını, buhranlarını dile getirir, “sanat için sanat” görüşüne sıkı sıkıya bağlıdır. Yalnız şiirle meşgul olur. 1935 yılından sonra şâirliğinin yanı sıra, daha çok nesir eserleri verir. Bunlar tezli eserlerdir. Ya, “mutlak hakikat” dediği tezini işler, yâhut bu uğurda çektiği acıları, zorlukları, anlatır. Yazar, artık; “Sanat, Allah içindir.” görüşündedir. Konu ve temalardaki bu değişiklik, daha önce kendini şâir olarak göklere çıkaran sanat çevrelerinin ve üst kademenin Necib Fâzıl'dan uzaklaşmasına ve “sâbık şâir” ilân edilmesine sebep olur.

Şiirlerinde dinç ve oturmuş bir dil, mazbut ve sağlam bir teknik bulunan şâir; bütün şiirlerinde hece veznini kullanmış “şekle” ısrarla bağlı kalmıştır. Modern şiir ölçüleriyle, tekke şiiri tarzında yazmıştır. İnsanın kâinattaki yeri, iç âlemin gizli duygu ve ihtirasları, madde ve ruh problemleri, mânevî duyuşlar... şiirlerindeki başlıca temalardır. Şiiri, günümüz şiirini ve zamanındaki bâzı şâirleri etkilemiştir.

Nesir dilinde derinliğe yöneldiği kadar da nükteye, kelime oyunlarına bağlı kalan bir ifâdesi vardır. Öfkeli, polemikçi, tenkitçi bir zekânın fantezi yükleri ve şaşırtıcı nükte buluşları nesrinin başlıca özelliğidir.

Necib Fâzıl, bir İslâm âlimi, eserleri de ilmî eserler değildir. Böyle olmadığını, ilmin ve sanatın sahalarının ayrı olduğunu kendisi de eserlerinde ifâde etmektedir. O, “Efendim” diye bahsettiği büyük bir İslâm âliminin sohbetleriyle sanat hayâtımızda zirve noktalara çıkmış, son yüzyılımızda yetişmiş en büyük şâir ve yazarlarımızdan birisidir. Dînî, mukaddes konu ve temaları işleyerek, düşünen, tefekkür eden genç nesillere faydalı olmaya çalışmıştır.[1]

Necip Fazıl Kısakürek, yirminci yüzyılın en güçlü simge yaratan şairleri arasındadır. Onun simgeleri nitelik bakımından iki düzlemde incelenebilir: Ben ve öteki merkezli simgeler. Birinci dönemindeki simgelerinin anlam alanı kaotiktir. Kısacası karşılığı yoktur. “Tedirginlik”, “hüzün”, “eşyadan yükselen trajik boşluk”, “meçhulden gelen soyut karakterli ölüm düşüncesi”, “insan ve kaderi”, bu dönem ait simgelerinin arka plan kültürünü oluşturur.

Hep bu ayak sesleri, hep bu ayak sesleri;
Dolaşıyor dışarıda, gün batışından beri.
Bu sesler dokunuyor en ağrıyan yerime,
Bir eski çıban gibi işliyor içerime.
(…)
Gittikçe uzaklaşan bu sesi duya duya,
Yavaşça dalacağım, o kalkılmaz uykuya… (Ayak Sesleri, Çile, s. 212)

Ayak sesleri, meçhulden gelen kurtarıcı özne düşüncesiyle birleşerek, sessizliğin simgesel diline dönüşür. Şairin amacı; kaosun doğurduğu trajik boşluğu doldurmaktır. Ayak sesleri, şairi hayata bağlayan isli alın yazısıdır. Arka planda duyumsanan ses, yatay bir düzlemde yer alan hayatı ve ölümü birleştiren “örgü sembolizmi”nin (Guenon 2001: 87) eril ve dikey simgesi görevini üstlenir. Böylece simgenin iki yönlü hareketiyle öznenin varlığında yoğunlaşma ve dağılma sağlanır. Şair, bu döneminde metafizik imgeler yaratacak ruhaniliğe sahip olamadığı için bu şiirinde simgenin alanı korkuyla çevrilmiştir. Simge, söz ülkesinde kımıldanıp durur. Aşkınlaşmak için gerekli olan büyük sıçramayı yapamaz. Bu anlamdaki bir değerlendirmeyi Kaldırımlar şiiri için de yapabiliriz. Şairin içinde kıvrılan bir lisan şeklinde tecelli eden kaldırımlar, yatay boyutlu dişil bir simgedir. Kadınsı içtenliğiyle şairi kuşatan karanlık ve kaldırımlar, yatay boyutlu bir simge olan anima'nın (Frodhom…..) kendisidir. Bunun için şair, geceye bir yorgan gibi bürünerek, bu büyük rahmin güvenli ortamında kalmak ister. Kaldırımların üçüncü versiyonundaki; Bir esmer kadındır ki kaldırımlarda gece (s. 158) dizesi, anima arketipinin sevgili kadın formuyla bütünleşmektedir. (Gökeri 1979: 26) Merkezi simge konumundaki kaldırımlar, şiir boyunca insanın içini yoklayan korku, yalnızlık, ölüm ve tedirginlik duygularıyla birlikte yayılgan bir simge olarak sonlu dünyadaki alanını genişletir.

Necip Fazıl Kısakürek, ikinci dönemiyle birlikte simge kültüründe bir değişime giderek yatay boyutlu simgelerinin yanı sıra; dikey boyutlu eril simgeler de kullanır. Söz varlığının simgeleri metafizik bir enerjiyle merkezden çevreye doğru sıçramalar yapmakla kalmaz; sonludan sonsuza doğru da geçişler yapar. Merdiven şiiri bunun en güzel örneğidir.

Diyorlar bana: kalsın şiir de söz de yerde !
Sen araştır, göklere çıkan merdiven nerde? (s. 38)

Şiir, organik tabakasıyla yerde kalırken; tinsel tabakasıyla (Tunalı 1971: 21) merdiven gibi dikey düzlemde boyutlanarak, metafizik âleme yönelir. Bu döneminde şiiri, yeni bir gayeyi üstlenmiştir: Allah'ı aramak. Sonsuzluk Kervanı'nda belirttiği gibi; şairin biricik niyeti ölmezi bulmaktır. Bu kervanın kendisini, kaostan kozmosa götüreceğine inanır. Kervanla birlikte sonlunun ufkunu aşarak sonsuzda erimek ve mutlak (salt) benle bütünleşmek ister.

1983 yılında yazdığı Çocuk şiiri, simgesel sağaltım bakımından kayda değer bir şiirdir.

Annesi gül koklasa, ağzı gül kokan çocuk;
Ağaç içinde ağaç geliştiren tomurcuk…
Çocukta, uçurtmayla göğe çıkmaya gayret;
Karıncaya göz atsa “niçin, nasıl?” ve hayret…(s. 72)

Bu şiirde, İslâm sanatında gördüğümüz geometrik sembolizminin prensipleri kullanılmıştır. Anne, çocuk ve Allah üçlemesi bir-çok-birliliğin gereğidir. Anne, arketipsel sembolizmin yüce anası ve yeryüzünün büyük rahmidir. Onun sonsuzdaki açılımı, büyük rahim olan Allah'tır. Çocuk ise, ağacın tohumu ve çokluğun simgesidir. Her üç varlık alanı arasındaki ilişki, teşbih ve tenzih düzeyindedir. Sonludaki anne simgesi, varlığı kuşatıcı ve yaratıcı yönüyle; çocuk simgesi ise yenileyici ve devam ettirici özelliğiyle ebedi simgeyi çağrıştırır. Ancak onun kendisi değildir. Merkezden çevreye doğru genişleyen simge, hem yatay hem de dikey boyutta kendisini büyüterek sonludan sonsuza geçip sonsuzla bütünleşmektedir. Simgenin dairesel bir özellik arz etmesi kayda değerdir. “Bu simge, İslâm'ın vizyonu bakımından tevhidî bir karaktere sahiptir.” (Sachiko-Chittick 2000: 139-140)

Necip Fazıl'ın metafizik şiirlerindeki simgeleri, genellikle “çift kutupludur.” (Durand 1998: 27). Bu tür simgelerinde başlangıçtaki uzlaşma, yerini zamanla aykırılığa bırakır. Şair, simgenin bu çift başlılığından bulantı ile çıkar. Ancak arayışını devam ettirerek, her iki kutbu birleştirecek, üçüncü bir yüze varır.

Kesilmiş bir kamış, ormanlıklardan,
İnsan…Rüzgârlara bağlı bir düdük.
İndik de dünyaya karanlıklardan,
Sıra sıra mezar, başka ne gördük ?
Ölmemek, ilk ve son, büyük kelime;
Çarpıldık, ölmemek için ölüme!
Ver Allah'ım, büyük sırrı elime;
Geçmez ân, solmaz renk, kopmaz bütünlük. (Ölmemek, Çile, s. 115)

Kamış ve düdüğün şahsında simgeleştirilen insanın, hayat ve ölüm karşısındaki çaresizliği dile getiriliyor. Simgenin bu çift başlılığı, şairi tedirgin ederek, arayışa sürükler. Hayat ve ölümün çarptığı şair, bir çare olarak ölümsüzlüğe sığınırken; zamanın durduğu, renklerin solmadığı ve sonlunun sonsuzla bütünleştiği tam bir hayatı (tek başlı) temenni eder. Son dizedeki bütünlük kelimesiyle evrensel uyumu yakalayan şair, simgenin yatay ve dikey hareket tarzı bakımından da geometrik bir nizam kurar. Bu uyum, öylesine bir hal alır ki sonlu ile sonsuz, yatay ve dikey boyutta gölgenin ve gerçeğin yerini alır.

Hey gidi, gölgeler ülkesi dünya!
Bir görünmez şeyin gölgesi dünya!
Boşlukta ayrılık bölgesi dünya (Dünya, Çile, s. 117)

Şaire göre dünya, eşiğin ikilemine ve ani geçişlerine sahne olan Araf'tır. Bu şiirde, mit ve gerçek, yaşam ve ölüm iç içedir. Şairin dünyasındaki ürperti, azap ve tedirginlik yerini hayranlık ve tevekküle bırakır. Geometrik hendeseden geçen simge, sözün dünyasında evrensel birliğe ve uyuma bürünür. Bu simgenin göze çarpan en büyük özelliği tevhidin tecellisidir.[30]

Eserleri
Eserleri, telif ve sâdeleştirerek yayına hazırladıklarıyla yüzün üzerindedir. Edebî türlerin hemen hepsinde eser vermiştir. Toplam eseri (8 şiir, 14 piyes, 7 senaryo, 3 hikâye kitabı, 2 roman, 4 hatıra eseri, 17 dînî-tasavvufî eser, 47 siyâsî-târihî inceleme eseri, hitâbe ve konferanslarla, fıkralarının toplandığı kitaplarla berâber) 102'dir. Ayrı kitaplar hâlinde yayınlanan şiirlerini, Çile ismiyle tek bir kitapta toplayarak, bunun sonuna şiir sanatı üzerine görüşlerini "Poetika" ismiyle ilâve eder. Şiirleri daha sonrakilerle birlikte Bütün Şiirleri adlı bir kitapta toplanmıştır. Peygamberimizin (S.A.V.) hayâtını levhalar hâlinde anlattığı 63 bölümlü "Esselâm", ikinci şiir kitabıdır. “Mutlak hakîkati yaymak için en üstün dokunaklı bir alet” dediği tiyatro sâhasında 14 eser vermiştir. Piyeslerinin bir kısmı filme alınmış ve oynanmıştır. "Bir Adam Yaratmak", "Nam-ı Diğer Parmaksız Sâlih"; "Sabırtaşı" piyesi, birincilik kazanmıştır. "Ulu Hakan Abdülhamîd Han", "Yunus Emre", "Reis Bey", tiyatro eserlerinden bâzılarıdır. "O ve Ben", "Tanrı Kulundan Dinlediklerim", "Târih Boyunca Büyük Mazlumlar" isimli eserlerinde, Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinden hâtıralar nakleder. "Rabıta-i Şerif" risâlesini ve "Reşehat" kitabını sâdeleştirerek yayına hazırlar. "Nefehat"tan seçtiği velîler, "Halkadan Pırıltılar" adı ile yayınlanmıştır. Ayrıca "Başbuğ Velîler" adlı bir eseri daha vardır. "Çöle İnen Nur", "İlim Beldesinin Kapısı Hazret-i Ali", "Benim Gözümde Menderes" biyografik eserlerindendir. "Doğru Yolun Sapık Kolları"nda ise Ehl-i sünnetin dışındaki bozuk mezhepleri anlatır.[1]

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Necip Fazıl Kısakürek (2. Bölüm)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Necip Fazıl Kısakürek (1. Bölüm)
» Hüsn ü Aşk, 51-100. Bölüm
» Leylâ ile Mecnûn (2. Bölüm)
» Leylâ ile Mecnûn (14. Bölüm)
» Hüsn ü Aşk, 1-50. Bölüm

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Bilgi Köşesi :: Edebiyat-
Buraya geçin: