Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Namık Kemal

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
soner




Mesaj Sayısı : 3323
Kayıt tarihi : 31/05/10

Namık Kemal Empty
MesajKonu: Namık Kemal   Namık Kemal Icon_minitimeSalı Tem. 27, 2010 9:31 am

Namık Kemal
Hazırlayan: Akhenaton
Hayatı
Namık Kemal, Tanzimat edebiyatının meşhur gazeteci, siyâsetçi, şâir ve yazarıdır. 21 Aralık 1840'ta [1] bir pazartesi sabahında [2] Tekirdağ'da doğdu.[1] Asıl adı; Mehmet Kemal'dir. "Namık" adını ona şair binbaşı Eşref Paşa vermiştir.[3] Babası, Yenişehirli [1] Müneccimbaşı [4] Mustafa Âsım Bey, annesi ise [1] Tekirdağ, Kars, Kıbrıs gibi yerlerde kadılık, mutasarrıflık ve kaymakamlık görevlerinde bulunan [5] Koniçe eşrafından Abdüllatif Paşa'nın kızı [3] ve aynı zamanda da bir Arnavut olan Fatma Zehra Hanım'dır. Baba tarafından Râtib bin Osman Paşa [1] (Râtib Ahmed Paşa) [2] ve anne tarafından da Abdüllatif Paşa'nın torunudur.[4]

Namık Kemal, aynı zamanda 90 yaşında bulunduğu halde Sadrazam ve Serdar-ı Ekrem olarak İran -seferine çıkan Topal Osman Paşa'nın torununun torunudur. Osman Paşa'nın oğlu Râtip Paşa da devrinin ünlü kişilerindendir. Şöhretininse resmî ve husûsî iki yönü vardır. Husûsî şöhreti, 41 evladının olmasıdır. Üstelik bu kadar bol zürriyetinden sonra bir de saraya damat olması, kayda değer hadiselerdendir. Damatlıktan sonra Kaptan-ı Derya'lığa yükselmiştir.

Mustafa Asım Bey, ilk evliliğini Abdüllatif Paşa'nın kızı Fatma Zehra ile yapmış, Namık Kemal de bu kadından doğmuştur.[6] 2 ya da [2] 7 ya da 8 yaşlarında annesi Fatma Zehra hanımın ölümü üzerine Mustafa Asım Bey, ikinci kez evlenmiş ve ondan da Nâşit adında bir oğlu olmuştur.

Namık Kemal'in babası Mustafa Asım Bey, müneccimdi.[6] Sultan I. Abdülhamid'in müneccimbaşısıydı.[5] İstikbalden sezintilerle uğraşırdı. Rüyaya inanan, kaderi soğukkanlılıkla karşılayan, Bektaşiliğe meyilli hoş-sohbet bir adamdı.[6] Namık Kemal, babasından söz ederken; "Bana zeki diyenler vardır. Oysa babam, benden çok daha zekidir. Hatta dünyada tanıdığım insanların en zekisidir." derdi. Mustafa Asım Bey, devrin geleneklerine uyarak Arapça ve Farsça öğrenmiş, özellikle de "Nücum İlmi" (gizli ilimler) ve yıldızları konu alan "astronomi"ye karşı büyük bir ilgi duymuştu. Namık Kemal'e de "yenilik" rûhunu aşılayan da Mustafa Asım Bey'dir.[5]

Namık Kemal'in çocukluk ve ilk gençlik çağı, (annesinin ölümü üzerine) annesinin babası Abdüllatif Paşa'nın yanında geçti.[1] İlköğrenimine İstanbul'da Bayezid ve Vâlide rüşdiyelerinde başladı.[7] Abdüllatif Paşa'nın Afyonkarahisar kaymakamlığına atanması üzerine oraya gitti ve 2,5 yıl Afyon'da kaldı. Afyon'dan sonra, Abdüllatif Paşa, Kıbrıs ve Lazistan sancağı mutasarrıflığına atandı ve yine Namık Kemal'i de yanında götürdü.[8] Abdüllatif Paşa, kaymakam ve vâli olarak devamlı dolaştığı için, dedesinin yanında kalan Nâmık Kemâl, bu yüzden de düzenli bir öğretim görmedi. Önce husûsî dersler aldı. Daha sonra kendi kendini yetiştirmeye çalıştı. Dedesiyle 12 yaşında, önce Kars'a [1] gitti. 1,5 yıl burada yaşadı. Burada, Vaizzade Mehmed Hamit Efendi'den tasavvuf ve edebiyat dersleri aldı.[3] Nâlû ve Sümbülzâde gibi şâirlerin divânlarını inceledi. Kendisi de o sırada şiir yazmaya heves ederek;

«Gelip mektûb-ı mergûbun safâ bahşeyledi cânâ
Sürûrumsun serim tâc-ı erişdi Arş-ı Rahmâna.»

şeklindeki ilk beytini kaleme aldı. Yine burada binicilik ve cirit gibi sporlara merak saldı ve Veli Ağa adındaki usta bir binicinin yanında bulundu.[5]

1854'te Kırım Savaşı sırasında Kars'tan ayrılıp İstanbul'a döndüler. Abdüllatif Paşa, 1855'te bu kez Sofya kaymakamlığına tayin edildi ve [3] 18 yaşına kadar burada kaldı. İlk şiirlerini burada yazdı. Tasavvufla ilgilendi. Evlenmesi de burada oldu.[1]

Namık Kemal, 16 ya da 17 yaşındayken orta halli bir komşu kızı olan [6] Niş Kadısı Mustafa Ragıp Efendi'nin kızı [3] Nesime Hanım'la evlendi. Fakat bu evlilik, daha çok ailesinin zoruyla olmuştu.[6] Namık Kemal'in Nesime Hanım'dan 1864'te doğan Feride [9] ile Ulviye [3]adında iki kızı ve 1867'de Paris'e kaçışı sırasında doğan Ali Ekrem adında bir oğlu olmuştur.[9] Nesime Hanım, kültürsüz ve yetişme tarzı itibariyle sade bir ev kadını olduğundan Namık Kemal'le pek uyuşmayan bir dünyası vardı. Bu bakımdan Nesime Hanım, kocasından çok kızı Feride'nin yanında yaşamayı tercih etmiştir.[6]

Namık Kemal'in kızı Feride, iri gözleri ve beyaz teniyle devrin en güzel kızlarından biridir. Ona bir çok talip çıkmıştır. Bunlar arasında Namık Kemal'in yakın dostlarından Ebuzziya Tevfik bey de vardır. Feride, Padişah'ın fermanıyla Menemenlizâde Rıfat Bey'le evlenmiştir. Feride'nin Rıfat Bey'le evlenmesi, Namık Kemal'i fazlasıyla hoşnut etmiştir.[9]

Namık Kemal, 1858'de İstanbul'a geldi[1]ğinde şiirlerinin yekûnu oldukça kabarıktı. Şairler arasında kolaylıkla tanındı.[7] İstanbul'dayken, Divan Edebiyatı geleneğini devam ettiren şâirlerle tanıştı.[1] Devrin bilginlerinden özel olark tefsir, fıkıh, hadis, tasavvuf dersleri aldı. Arap ve Fars edebiyatlarını öğrenmeye çalıştı. [3] Leskofçalı Gâlib Bey'le yakın dostluk kurdu, ondan etkilendi. Bu etki, "Divan" tarzı şiirlerinde, hayâtının sonuna kadar sürdü. 1861'de aynı şâirin başkanlığında kurulmuş olan, Encümen-i Şuarâ'da yer aldı.[1] Encümen-i Şuarâ toplantıları, Hersekli Arif Hikmet'in konağında yapılıyordu. Namık Kemal, bu sıralarda tamamiyle Divan nazmı tarzında şiirler yazıyordu.[7] Daha 22 yaşlarındayken kaleme aldığı "Divan" adlı bir eseri bulunmaktadır.[3]

1859 yılında, Kânî Paşa, Namık Kemal'i Gümrük Kalemi'ne getirdi. 1862'den sonra Şinâsi ile tanışması, Namık Kemal'in hayatını değiştirdi. Nesre karşı ilgi duymaya başladı. Tarih ve Hukuk'a yöneldi.[3]

Namık Kemal, 1863'te Terceme odasına girdi.[1] Burada, dönemin ünlü şairlerinden Hersekli Arif Hikmet, Yenişehirli Avnî ve Ziya Paşa ile tanıştı.[3]

Tercüme odası katiplerinden Mehmed Mansur Efendi'den [3] Fransızca öğrenmeye ve Tasvir-i Efkâr'da [1] fıkra ve tercüme yazılar yazmaya başlayan Namık Kemal, siyâs, konulara da eğilmeye başladı. Eski edebiyata karşı cephe aldı ve Batı'ya yöneldi.[3]

1865'te Şinâsi, Paris'e gidince; Tasvîr-i Efkâr'ı Nâmık Kemâl'e bıraktı. Nâmık Kemâl, gazetecilikle berâber siyâsete de atılmış oldu.[1] Düşüncelerini bu gazete aracılığıyla ortaya koyma imkânı buldu.[3] Aynı tarihte, İstanbul'da kurulmuş olan "Yeni Osmanlılar Cemiyeti"ne girdi.[7] Gerek iç ve dış olaylar hakkındaki sert, olumsuz tenkit yazıları; gerekse "Jön Türkler" veya "Genç Osmanlılar" diye bilinen gizli ihtilâl cemiyetine üye olması, hükümeti harekete geçirdi.[1] Şark meselesi hakkında yazdığı bir makale üzerine hükümetçe yazı yazmaktan men edildi.[7] Gazetesi kapatılan yazar, Erzurum vâli muavinliğine tâyin edildiyse de oraya gitmedi.

Mısırlı Prens Mustafa Fâzıl Paşa, Avrupa'da Jön Türkleri destekleyeceğini bildirince Nâmık Kemâl, Ziyâ Paşa, Ali Süâvi ve diğerleriyle berâber [1] 17 Mayıs'ta İstanbul'dan [7] Paris'e kaçtı.[1] Hükümetle arası daha önce açılan ve Paris'e gidip orada mücadeleye girişmiş olan Mustafa Fazıl Paşa, Namık Kemal ve arkadaşlarını maddî himayesi altına aldı. Aynı yıl, Abdülaziz Han'ın Paris sergisini görmek için Paris'e gitmesi üzerine; Namık Kemal ve arkadaşları, Fransız hükümeti tarafından Fransa'yı terke davet edildiler. Bunun üzerine Namık Kemal ve Ziya Paşa ile bazı arkadaşları, Londra'ya geçtiler. Londra'da Yeni Osmanlılar cemiyeti adına Hürriyet Gazetesi'ni çıkarmaya başladılar.[7] Paris'te çıkardıkları "Muhbir"den sonra Londra'da "Hürriyet"i çıkararak yurtdışından hükümete muhâlefete devam ettiler.[1] Bu gazetede Namık Kemal'in Ali Paşa Hükümeti aleyhine çok şiddetli makaleleri çıkmaya başladı. Fakat Padişah'ın Avrupa seyahati sırasında hükümetle barışıp İstanbul'a dönen ve gazetenin geçici olarak kapatılmasını isteyen arzusuna uyuldu. Namık Kemal, bu yüzden Ziya Paşa ile bozuşup 1869 Eylül'ünde Londra'dan ayrılıp tekrar Paris'e gitti. Hürriyet gazetesi ile bir ilgisi kalmadığı hakkındaki bir tezkiresini Ziya Paşa, gazetede neşretmeyince, Namık Kemal, bu açıklamayı ayrı bir kağıda bastırarak İstanbul'a gönderdi. Bu açıklama, Terakkî gazetesinin 5 Mart 1870 tarihli sayısında çıktı. Bunun üzerine Zaptiye Nâzırı Hüsnü Paşa'nın aracılığı ile yol parası hükümet tarafından ödenerek 25 Kasım 1870'te İstanbul'a döndü. Ali Paşa, kendisini nezaket ve saygıyla karşıladı.[7]

Namık Kemal, İstanbul'a dönünce, arkadaşlarıyla İbret gazetesini çıkarmağa başladı.[1] İbret gazetesinden önce Teodor Kasap'ın çıkardığı "Diyojen" adlı mizah dergisinde fıkralar da yazdı.[3] İbret gazetesi, Namık Kemal'in Hürriyet gazetesinden sonra en geniş faaliyet gösterdiği gazetedir.Fakat bu gazete, sık sık kapatıldığı için uzun ömürlü olmadı.[3] Sedâret'te bulunan Mahmud Nedim Paşa'nın aleyhindeki yazıları yüzünden [7] İbret kapatıldı ve [3] Mahmud Nedim Paşa, Namık Kemal'in İbret'teki "Garaz, Marazdır." yazısından dolayı 1872'de kendisini [3] mutasarrıf olarak Gelibolu'ya gönderdi[1] Fakat Namık Kemal, Gelibolu'da da İbret ve Ebuzziya'nın çıkardığı Hadîka gazetelerinde yazmaya devam etti. İbret'teki yazılarında "B.M." (Baş Muharrir), Hadîka'daki yazılarında ise "N.K." imzasını kullanıyordu. Gelibolu'da çok az kaldı.[7] "Evrâk-ı Perişan" ve "Vatan Yahut Silistre"yi burada tamamladı.[3] Salgın haline gelen kuduz hastalığını önlemek için köpekleri sürgün etmesi üzerine azledilerek 2 ay sonra [7] tekrar İstanbul'a döndü ve İbret'in başına geçti.[1] "Reji" adlı makalesinden dolayı hakkında soruşturma açıldı.[3] Gazete, tekrar kapatılınca; tiyatro ile ilgilenmeğe başladı. Güllü Agop'un Gedikpaşa'daki tiyatrosunda, 1 Nisan 1873 gecesi oynanan "Vatan Yahut Silistre" piyesinde çıkan siyâsî olaylar neticesinde; İbret gazetesi, bir daha çıkmamak üzere kapatıldı.

Nâmık Kemâl, Kıbrıs Magosa'da ikâmete mecbur edildi. Burada 38 ay kaldı. Abdülazîz Han'ın tahttan indirilmesi üzerine, siyâsî mahkûmlar için çıkarılan aftan istifâde ederek İstanbul'a döndü. Magosa hayâtı, yazar için rahat ve verimli geçti. Burada serbestçe dolaşabiliyor, dışarısıyla mektuplaşabiliyor, ziyâretçilerini ağırlayabiliyordu. Roman, tiyatro, târih ve tenkide dâir birçok eserini Magosa'da yazdı. Edebî çalışmalara ayıracak en çok zamânı burada bulabildi.[1]

Namık Kemal'in mektuplarından sürgünlük yaşamını hakkında bilgi edinilmektedir. Bu bilgileri bazen Namık Kemal doğrudan verir. Bazen de satır aralarından sızar. İlk mektubunda en geniş bilgilerle karşılaşılır. Vapurdan indirilip Magosa'ya getirilişini, konulduğu mezara benzeyen küçük taş hücreyi, ince bir şilte üzerinde geçirdiği geceyi anlatır. Ardından Magosa'yı her yönden tanıtan bilgiler verir. Bu bilgilerden iklimini, coğrafyasını, bitki örtüsünü, taşını toprağını, arı iriliğindeki sivrisineklerini, timsah büyüklüğündeki kertenkelelerini öğreniriz. Magosa'da her şey olumsuzdur. Yaşanacak bir yer değildir. Namık Kemal, burada pek çok kez sıtmaya ve başka hastalıklara yakalanmıştır. Rutubetten de son derece mustariptir.[10]

Tahta 5. Murâd geçmişti. Yazar 1876'da sürgün dönüşü İstanbul'da bir kahraman gibi karşılandı.[1]

V. Murad'ın aklı öteden beri bozuktu. Bu bozukluk, Abdülaziz taraftarı Çerkes Hasan'ın çıkardığı vaka üzerine büsbütün artınca onu da tahttan indirmek ve yerine veliahd II. Abdülhamid'i tahta çıkarmak zarureti hâsıl oldu.[7]

İkinci Abdülhamîd Han tahta çıkınca Nâmık Kemâl'i, önce Şurâ-yı devlet üyesi yaptı, sonra Kânûn-i Esâsî'yi hazırlayacak komisyona tâyin etti.[1] Namık Kemal'in bir mecliste "Bir şey, ikilendi mi, muhakkak üçlenir de..." anlamına gelen ve "Abdülazîz ve V. Murad'ın tahttan indirilmeleri üzerine II. Abdülhamid'in de tahttan indirileceği ya da indirilmesi gerektiği"ni îmâ eden Arapça bir mısrayı okudu;[7]

«Bâde arak tükendi sâkî müselles.
Eş-şey ü lâ yüsennâ, illâ vekad yüselles.» [3]

Nâmık Kemâl, okuduğu bu mısradan dolayı[1] asayişi çiğnediği gerekçesiyle [3] suçlu bulunarak, önce 6 ay hapis [1] cezasına çarptırıldı ise de beraat etti.[7] Daha sonra 5000 kuruş maaşla Midilli Adası'nda mutasarrıflığa getirildi ve burada ikâmete mecbur edildi.[1] Mahmud Nedim Paşa Dahiliye Nazırlığı'na getirilince; bu görevinde yaklaşık 5 yıl kadar kaldı. "Vaveyla", "Murabba", "Vatan Mersiyesi" gibi şiirlerini burada yazdı. Hazırlamış olduğu "Celâleddîn Harzemşâh"ı Sultan II. Abdülhamid'e sundu ve "Bâlâ" rütbesine yükseltildi. 1882'de "Nişân-ı Osmânî" ile ödüllendirildi. "Renan Müdafaanâmesi" ve "Meprizon" (MEs Prison), bu devrin ürünleridir.[3]

1884'te adadaki Rumların şikayeti üzerine [7] "Hıristiyanlık-İslam" çatışmasına sebep olduğu gerekçesiyle [3] önce Rodos'a, [7] burada da İngiliz ve Yunanlıların şikayeti üzerine 1877'de [3] Rodos'tan da Sakız'a nakledildi.[7] Sakız Adası'ndayken sağlığı bozuldu ve Zatürre hastalığına yakalandı.[3] 2 Aralık 1889'da mutasarrıflık yaptığı Sakız Adası'nda öldü.[1] Önce Sakız[3]'da bir caminin avlusuna gömüldü.[3]

Oğlu Ali Ekrem (Bolayır), Namık Kemal'in ölümünü şöyle anlatıyor:

«Sakız'dan İstanbul'a 7-teşrinevvel 304 tarihinde hareket etmiş idik. Babamdan 2-3 mektup alırdım. Fakat bir hafta, babamdan mektup gelmeyiverdi. Mektup yerine eniştemden bir telgraf gelmiş ve Kemal'in zatürreden pek ağır surette hastalandığını haber vermiş. Kendisi hastalandığından İstanbul'a malumat verilmesini katiyyen men ettiği için bu telgrafı son dakika çekmişler. Eniştem, hemşiremi İstanbul'da yalnız bırakmak istemediğinden Sakız'a o gün hareket eden Eus vapuruyla ben geldim. Babam, ben İstanbul'dan hareket ettiğim gün, irtihal etmiş. Sakız'da bir cami kapısının önüne defnedilmiş.» [2]

Namık Kemal, Gelibolu mutasarrıfı bulunduğu sırada bir gün Bolayır'a gitmiş ve "Öldüğüm zaman, ben, buraya gömseler ne iyi olur..." demişti. Ebuzziya Tevfik, şairin bu isteğini Sultan II. Abdülhamid'e iletti ve bu [5] vasiyet gereği, naaşı [1]Gelibolu'ya nakledildi [3] ve Bolayır'da [1] Süleyman Paşa'nın türbesinin yanına gömüldü.[3] Birkaç yıl sonra Sultan Abdülhamid, buraya bir türbe yaptırmıştır.[5] Bu türbenin planı, Tevfik Fikret tarafından yapılmıştır.[7]

Sanatı ve Edebi Kişiliği
Nâmık Kemâl, Osmanlı Devleti'nin son devresinde yaşadı. Tanzimat prensiplerini Osmanlı Devleti için kurtuluş reçetesi olarak gören batı kültürü hayranı Şinâsi, Ziyâ Paşa gibi yazarlarla beraber bu prensipleri savundu; bunların yerleşmesine ve yayılmasına çalıştı. Heyecanlı, kavgacı mizacı, akıcı, parlak üslûbu ile, diğer Tanzimat yazarlarından daha fazla tanındı. Kendinden sonra gelen yazarları etkiledi. Şinâsi ile tanışıncaya kadar [1] Leskofçalı Galip, Yenişehirli Avnî gibi şairlerin etkisiyle [4] divan tarzında şiirler yazdı; tasavvufa meyletti; siyâsetten uzak durdu.[1]

Fransızca öğrenmesi ve Şinâsi ile tanışması, hayâtında bir dönüm noktası oldu. Bu devrede Nâmık Kemâl, kaynağını Fransız İhtilâli'nden alan yeni düşüncelerin, edebiyat, siyâset ve sosyal hayatta ateşli bir savunucusu olarak hareketli bir hayat yaşadı. Avrupaî düşüncelerin bayraktârlığını yaptı ve Batı yanlısı kimselerin gözünde kahramanlaştı.

Nâmık Kemâl, bütün Tanzîmat yazarları gibi, ne sistemli bir fikir adamı, ne bir fikir çilesi mahsûlü, kendine mahsus düşünceleri olan bir mütefekkir, ne de büyük bir sanatçıdır. Aslında vatan şâiri oluşu bile ikinci plânda kalır. Hizmet için Erzurum'a gitmeyip yurt dışına kaçması, bunun açık bir delîlidir.[1]

Namık Kemal, bir sanatçı olmaktan çok bir "hareket adamı"dır. "Yurtseverlik", "hürriyet", "bağımsızlık", "Osmanlıcılık" ve "İslamcılık" kavramlarına sıkıca bağlıdır. Osmanlı kalmak kaydıyla Batılılaşmak gerektiği düşüncesindedir. Buna rağmen bazı eserlerinde "Osmanlı" yerine "Türk" cümlesini kullanır.[11]

Namık Kemal, her şeyden önce gazeteci ve politikacıdır. Sonradan öğrendiği Fransızcasıyla Batı kültürünü tam mânâsıyla öğrenip hazmetmemiştir. Siyâsî, sosyal ve edebî bir ihtilâlci (devrimci), Avrupa hayranı, bir taklitçidir. Görüşlerinin çoğu 18. yüzyıl Fransız filozoflarından ve romantiklerinden aktarmadır. İlim, fen, teknik ve kültürde gelişme modeli İngiltere; siyâsî yönetim modeli ise Fransız meşrûtî teşkilâtıdır. Siyâsî düşüncelerini gerçekleştirmek için masonların ünlü İtalyan Karbonari derneğinin tüzüğü esas alınarak kurulan "Jön Türkler" veya "Genç Osmanlılar" isimli gizli ihtilâl cemiyetine girmiş, onun en ileri gelen üyelerinden olmuştur. Zâten, kendisi de tanınmış masonlardandı.

Fransız edebiyatının üstünlüğünü kabul etti. Osmanlı edebiyatı yerine Fransız edebiyatı etkisinde, onun benzeri bir edebiyat kurmağa çalıştı. Bu akımın en şöhretli temsilcisi, öncüsü oldu. Bu yönde bir kadrolaşma hareketine girişti. Genç yazarları bu doğrultuda etkiledi. Fransız edebiyatı tarzında ilk meşhur edebî örnekleri verdi. Bir taraftan yeni fikirleri yaymaya çalışırken, bir taraftan da klâsik (Divan) edebiyatına çok şiddetli hücumlarda bulundu. Onu gözden düşürmeğe, yıkmağa çalıştı. Edebiyatı, yeni fikirlerin propaganda aracı olarak kullandı.

“Sanat cemiyet içindir” görüşü, eserlerine hâkimdir. Bütün yazılarında gelişme, vatanseverlik, hürriyet, meşrutiyet, siyâsî bağımsızlık, Osmanlıcılık, İslâmcılık, maârif, iktisat, kahramanlık gibi sosyal konular üzerinde durdu. "Vatan", "millet", "milliyet", "hürriyet" kelimelerini, bugünkü Fransız ihtilâlinden doğmuş mânâlarıyla ilk defâ kullandı. (Eskiden vatan, millet, hürriyet kelimeleri başka manâlarla kullanılırdı. Millet; “din, mezhep, bir dine bağlı insan topluluğu”; hür kelimesi ise “azad edilmiş köle” mânâsına gelirdi.) Bir taraftan gazetelerde günlük siyâsî ve sosyal konulardaki görüşlerini işlerken, bir taraftan da aynı konu ve temaları, edebî eserlerde dile getirdi. Bu faaliyetlerin geniş halk kitlelerinde etkili olabilmesi için, diğer Tanzimat yazarlarıyla berâber dil ve ifadenin sadeleşmesine gayret etti.[1]

Namık Kemal, 1839 Tanzimat hareketinden sonra başlayan başlayan edebiyatta "Yeni Osmanlıca" dilinin Şinasi ve Ziya Paşa ile birlikte 3. temsilcisidir.[12] Namık Kemal'in dile ait en önemli makalesi, "Lisân-ı Osmânî'nin Edebiyatı Hakkında Mülâhazâtı Şâmildir" adlı yazısıdır. Bu yazı, Tasvir-i Efkâr gazetesinin 1866 yılında yayınlanan 1. sayısında bulunmaktadır. Nâmık Kemâl, bu yazısında şöyle der: «Ekber erbâb-ı kalem, yazdığını söylemekten ve söylediğini yazmaktan hâyâ eder.»

O devirde Osmanlıca, üç dilden meydana gelmiş, muhtelit bir dil olarak kabul ediliyordu. Buna ilk itiraz edenlerden biri de Namık Kemal'dir. 1882'de Midilli'de yazdığı "Celâl Mukaddimesi"nde şöyle der: «İki sayfalık bir yazı okumak için herkesi 80 defa Kâmûs'a (lügat) veya Burhan'a müracaat mecburiyetinde bulundurmak, niçin marifetten ma'dûd olsun?»

Namık Kemal, dilin ıslahı için bilhassa şu iki noktanın gerçekleşmesini ister:

Yeni bir gramer meydana getirmek (Dilin kurallarının mükemmel sûrette tedvîni).
Kelimelerin umûmî kullanılış çerçevesi içinde sınırlandırılması (Yeni kelimeler olmadan mevcût olanların bir sözlükte toplanması) [13]
Şiirin yanı sıra tenkit, biyografi, tiyatro, roman, târih ve makale türlerinde eserler verdi. Eserlerinin sayısı, 20 civarındadır. Eserlerinde, bilhassa şiirlerinde, şekil olarak pek bir yenilik olmamakla berâber muhtevâ (konu ve tema) değişiklikleri yaptı. Genelde aruz veznini, sâdece bir iki şiirinde ise hece veznini kullandı. Fakat genç yazarlara hece veznini ve yeni nazım şekilleri kullanmayı tavsiye etti. Şâir olarak asıl başarısı, divan tarzında yazdığı şiirlerdedir. Bunlar, kendinden sonra kitap şeklinde yayınlandı.[1]

Namık Kemal, şiirlerinde kendine has bir şiir dili geliştirememiştir. Şiirlerini oluşturan öğeleri kullanırken, araştırıcı ve güç beğenir değildir. İşçilik yönünden şiirin çilesini çektiği pek söylenemez. Olgunluk döneminde de dilinin ucuna geleni söyleme alışkanlığı sürüp gitmiştir.

Namık Kemal'in şiirinin bir özelliği de sestir. II. Meşrutiyet'ten bu yana zaman zaman bazı edebiyat tarihçileri, onun, yüksek sesle okunan dizelerini "merdâne edâlı" söyleyiş olarak nitelendirmişlerdir.[14]

Edebî tenkitlerinde kavgacı bir mizaca sâhiptir. Tenkitleri, yapıcı bir tenkit anlayışından uzaktır. Bunları, eskiyi kötüleme ve yenilik taraftarlarını müdafaa için kaleme almıştır. "Tahrip-i Harâbât ve Tâkib", Ziyâ Paşa'nın "Harâbât"ını tenkit için, Magosa'da iken yazılmıştır. "İrfan Paşa'ya Mektup", "Renan Müdafaanâmesi", Ernest Renan'ın İslâmiyet ve Maarif konulu konferansına reddiyedir.

Nâmık Kemâl, "İntibah yâhut Sergüzeşt-i Ali Bey" (Son Pişmanlık) ve "Cezmi" ismiyle iki roman yazdı. Dil, ifâde ve teknik yönden birçok noksanlıklar taşıyan bu eserlerin tek özelliği, o devirde yazılan romanlardan daha başarılı olmasıdır.

Tiyatroyu yeni fikirlerini yaymak için iyi bir vâsıta kabul eden yazar, 6 tiyatro eseri yazdı. Bunlardan en çok tutulan "Vatan Yahut Silistre"de vatanseverlik temasını işledi. Konusunu târihten alan "Celâleddin Harzemşâh" piyesinin yanı sıra, âile içi problemlerin işlendiği "Karabela", "Âkif Bey" ve "Zavallı Çocuk" piyeslerinde ise sosyal konuları dile getirdi. Gülnihâl piyesinin konusu, siyâsîdir. Nâmık Kemâl, diğer Tanzimat yazarlarıyla birlikte, âile ve evlenme konusunda mevcut bâzı âdetleri eserlerinde tenkit ettiler.[1]

Namık Kemal'in piyes ve romanlarında tasvir ettiği müspet veya menfî insan tipleri, eski Türk edebiyatındakilerden çok farklıdır. Onun, eserlerinde iyilik kadar kötülüğe de yer vermesi, bunlar arasındaki çatışmayı göstermesi, örnek aldığı Batılı yazarlardan Victor Hugo ve Shakespeare'den gelmekle beraber önemlidir. Zira gerçek hayatta iyilik kadar kötülük de vardır ve iyi, kötüye galebe çaldığı nispette güzel ve kuvvetlidir.

Namık Kemal, iradeli ve idealist olmakla beraber, beşerî zaafı da tanır. İyi insan da yanılabilir. Hatta cinayet işleyebilir. "İntibah" romanında Ali Bey ve "Akif Bey" piyesindeki Akif Bey, beşerî zaafları olan iyi insanlardır. Bu fazla katı olan eski ahlâk sistemine göre dikkat çekici bir değişikliktir.

"İntibah" romanı, bizde gerçek beşerî aşkın insan karakteri üzerinde yaptığı psikolojik değişiklikleri gösteren ilk örneklerden biridir. Şahsiyetlerin karmaşık rûh hallerine karşı; tipler, umûmiyetle basittirler.[15]

Namık Kemal'de Şinasi'den farklı olan, din ve tarih duygusunun çok kuvvetli oluşudur. Bununla birlikte Namık Kemal, "terakkî"ye kuvvetle inanır. Avrupa, "terakki" (İlericilik) vasıtalarını bulduğu için; Türkiye, onları benimsemek sûretiyle 200 yıl içinde aynı seviyeye ulaşabilir.[16]

Nâmık Kemâl, Avrupa karşısında düştüğü aşağılık kompleksinin etkisiyle, konusunu eski şanlı devir ve târihî şahıslardan alan, târihî ve biyografik eserler kaleme alarak tesellî bulmaya çalıştı. "Devr-i İstîlâ"sı, "Selâhaddin Eyyûbî", "Fâtih, Sultan Selim" adlı monografilerini topladığı "Evrâk-ı Perişan", Tiryâki Hasan Paşa'yı anlatan "Kanije" eseri, bunlardandır. Çeşitli makâle ve mektupları da vardır. Bunların bir kısmı toplanarak sonradan yayınlanmıştır.[1]

Edebî mülahazalar bir kenara bırakılırsa, târihî ve siyâsî bir şahsiyet olarak Nâmık Kemâl, dâimâ his ve heyecanlarına mağlûp, çabuk kandırılabilen, neye inanıp bağlanacağını tam kestirememiş şöhret ve kahramanlık arzularıyla dolu bir insandır. Dostluğunda ve düşmanlığında sebatı yoktur. Şiirlerinde, devlet hizmetinde çalışmayı, insafsız bir avcıya köpeklik yapmaya benzeterek, en tantanalı bir dil ve üslûpla kötülemesine rağmen devlet adamlarının, Osmanlı Sultanlarının ufak iltifat ve ihsanları karşısında her şeyi unutur, kendisiyle birlik olanları jurnal eder. İkinci Abdülhamîd Han'a yazdığı çok aşırı saygı ve bağlılık ifâdeleriyle dolu mektupları, Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde mevcuttur.[1] Bu mektuplar, Yıldız Sarayı'ndaki evraklar arasında bulunmuş ve İsmail Hakkı Uzunçarşılı tarafından "Belleten"de neşredilmiştir.[9]

Nâmık Kemâl'e "Hürriyet Şairi" adını verenler, Nâmık Kemâl'in yolundan gidilerek elde edilen hürriyetlerle, Osmanlı Devleti'nin yıkılıp toprakları üzerinde birçok yeni devletler kurulduğunu, Türk Milletine ise yalnızca bir Anadolu kaldığını acı acı görmüşlerdir.[1]

Eserleri
I. Şiirleri
Namık Kemal'in el yazması bir "Divan"ı vardır. Ancak bu "Divan"ın çeşitli nüshalarından söz edilir. Şiirleri, bir bütün olarak yayınlanmış değildir. Namık Kemalin şiirleri, Sadettin Nüzhet Ergun, Dr. Rıza Nur ve Vasfi Mahir Kocatürk tarafından bir araya getirilmiştir.

II. Nesirleri
A. Tiyatroları
Vatan Yahut Silistre (1873)
Akif Bey (1874)
Zavallı Çocuk (1874)
Gülnihal (1875)
Celâleddîn Harzemşah (1875)
Kara Belâ (1908)
B. Romanları
İntibah (1876)
Cezmi (1880)
C. Tarihî Eserleri
Bârikâ-ı Zafer (1888)
Devr-i İstilâ (1873)
Evrâk-ı Perîşân (1884)
Kanije (1873)
Silistre Muhasarası (1873)
Osmanlı Tarihi (1887-1909)
İslam Tarihi (1975)
D. Tenkit ve Makaleleri
D. 1. Kitap halinde basılmış olanlar

Tahrîb-i Harabât (1886)
Takîb (1886)
İrfan Paşa'ya Mektup (1886)
Renan Müdafaanâmesi (1908)
Mukaddime-i Celâl (1888)
Bahâr-ı Danîş (1885)
Rüyâ (1898)
Cümle-i Müntahabe-i Kemal (1885)
Müntahabât-ı Tasvîr-i Efkâr, Makâlât-ı Mütenevvin, Edebiyat (1893)
Edebiyat ve Siyaset (1908)
Makalât-ı Siyâsiyye ve Edebiyye (1909)
Talim-i Edebiyat Üzerine Bir Risale (1950)
D. 2. Dergi ve gazetelerde yayınlanmış olanlar

Lîsân-ı Osmânî'nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazât-ı Şamildir (1866)
Me-prizon (Mes Prisons) Muâhazesi 1884)
E. Mektuplar
Namık Kemal'in mektupları üzerinde Fevziye Abdullah Tansel ile Ömer Akün'ün çalışmaları vardır;

Fevziye Abdullah Tansel, Namık Kemal'in Husûsî Mektupları (1967-1986)
Ömer Faruk Akün, Namık Kemal'in Mektupları (1972) [17]
Şiirlerinden Örnekler
Gazel
Yâd eder candan o zâlim, âşıkı yâd etse de.
Mevt ile eyler gâm-ı âlemden âzâd etse de.

Ademe insâfı yoktur âlem-i pür-mihnetin;
Mâtemi der-pey gelir îd ile dilşâd etse de.

"Hasbeten lillâh" olur zannetme şeyhin himmeti,
Kasdı istihlâftur, İblis'i irşâd etse de.

Bâr-gâg-ı adli vîrân eyleyenler âdemin
Başına zindân eder, dünyâyı âbâd etse de.

Şeytanetten dûr olan hak-gûyâ sad efsûs kim,
Her sözü merdûd olur, Allah'a isnâd etse de.

Himmet-i reh-berden istiğnâ eden fikr-i hakîm,
Bezm-gâh-i Kurb'a varmaz, tayy-ı eb'âd etse de.

Râhına hâk olmadan dûr idemez üftâdeni
Devr-i gerdun sâye-yi hurşîdden yâd etse de.

Senk-bâr-i cevr olan tahrîb-i kalb-i âleme
Haşr olur Haccâc ile bin Kâ'be bünyâd etse de.

Merdim, ayrılmam yolumdan bîşezar-i himmetin
Her bün-î nahlinde ger bir şîr feryâd etse de.

Ben, esîr-i aşkıyım sultân-ı hürriyet Kemâl,
Alemi yek-ser alâyikteb ser-âzâd etse de.[18]

Murabba
Sıdk ile terledim her emeli her hevesi
Kıralım hail ise azmimize ten kafesi
İnledikçe eleminden vatanın her nefesi
Gelin imdada diyor bak budur Allah sesi

Bize gayret yakışır merhamet Allahın'dır
Hükm-i ati ne fakirin ne şahinşahındır
Dinle feryadını kim terceme -i ahındır
İnledikçe ne diyor bak vatanın her nefesi

Mavh eder kendini bülbül bile hürriyet içün
Çekilirmi bu bela alem-i pür mihnet içün
Din içün devlet içün can çekişen millet içün
Azme hail mi olurmuş bu çürük ten kafesi

Memleket bitti yine bitmedi hala sen ben
Bize bu hal ile bizden büyük olmaz düşman
Dest-i adadayız Allah içün ey ehl-i vatan
Yetişir terk edelim gayri heva vü hevesi [19]

Vaveyla
Feminin rengi aksedip tenine
Yeni açmış güle misal olmuş
İn'itafiyle, bak! ne al olmuş,! ..
Serv-i simin sefalı gerdenine
O letafetle ol nihal-i revan
Giriyor göz yumunca rü'yama
Benziyor, aynı, kendi hülyama
Bu tasavvur dokundu sevdama
Ah böyle gezer mi hiç canan? ..
Gül değil, arkasında kanlı kefen
Sen misin, sen misin garip vatan! ..

Bu güzellikte hiç bu çağında
Yakışır mıydı boynuna o kefen? ..
Cisminin her mesamı yare iken
Tuttun evladını kucağında
Sen gider isen bizi kalır sanma
Şühedan oldu mevt ile handan
Sağ kalanlar durur mu hiçbir giryan?
Tende yaştan ziyadedir al kan
Söyleyen söylesin sen aldanma!
Sen gidersin bütün helak oluruz
Koynuna can atar da hak oluruz...

Git vatan! ka'bede siyaha bürün
Bir kolun ravza-i nebi'ye uzat
Birini kerbela'da meşhede at
Kainata o hey'etinle görün!
O temaşaya hak da aşık olur
Göze bir alem eyliyor izhar
Ki cihandan büyük letafeti olur:
Aç vatan! göğsünü ilahına aç!
Şühedanı çıkar da ortaya saç!

De ki yâ râb bu hüseyn'indir
Şu mubârek habîb-i zî-şânın
Şu kefensiz yatan şehîdânın
Kimi bedr-in kimi hüneyn'indir
Tazelensin mi kanlı yâreleri
Mey dökülsün mü kabr-i eshâba
Yakışır mı sanem bu mihrâba
Haç mı konsun bedel şu mîzâba
Dininin kalmasın mı bir eseri
Adem evlâdı bir takım cânî
Senden alsın mı sâr-ı şeytânî [20]

Hürriyet Kasidesi
Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selametten
Çekildik izzet ü ikbal ile bab-ı hükûmetten

Usanmaz kendini insan bilenler halka hizmetten
Mürüvvet-mend olan mazluma el çekmez ianetten

Hakir olduysa millet şanına noksan gelir sanma
Yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadr ü kıymetten

Vücudun kim hamir-i mâyesi hâk-i vatandandır
Ne gam rah-ı vatanda hak olursa cevr ü mihnetten

Muini zalimin dünyada erbab-ı denaettir
Köpektir zevk alan sayyad-ı bi-insafa hizmetten

Hemen bir feyz-i baki terk eder bir zevk-i faniye
Hayatın kadrini âli bilenler hüsn-i şöhretten

Nedendir halkta tul-i hayata bunca rağbetler
Nedir insana bilmem menfaat hıfz-ı emanetten

Cihanda kendini her ferdden alçak görür ol kim
Utanmaz kendi nefsinden de ar eyler melametten

Felekten intikam almak demektir ehl-i idrake
Edip tezyid-i gayret müstefid olmak nedametten

Durup ahkam-ı nusret ittihad-ı kalb-i millette
Çıkar asar-ı rahmet ihtilaf-ı rey-i ümmetten

Eder tedvir-i alem bir mekînin kuvve-i azmi
Cihan titrer sebat-ı pay-ı erbab-ı metanetten

Kaza her feyzini her lutfunu bir vakt için saklar
Fütur etme sakın milletteki za'f u betaetten

Değildir şîr-i der-zencire töhmet acz-i akdamı
Felekte baht utansın bi-nasib- erbab-ı himmetten

Ziya dûr ise evc-i rif'atinden iztırâridir
hicâb etsin tabiat yerde kalmış kabiliyetten

Biz ol nesl-i kerîm-i dûde-i Osmaniyânız kim
Muhammerdir serâpâ mâyemiz hûn-ı hamiyetten

Biz ol âl-i himem erbâb-ı cidd ü içtihâdız kim
Cihangirâne bir devlet çıkardık bir aşiretten

Biz ol ulvi-nihâdânız ki meydân-ı hamiyette
Bize hâk-i mezar ehven gelir hâk-i mezelletten

Ne gam pür âteş-i hevl olsa da gavgâ-yı hürriyet
Kaçar mı merd olan bir can için meydân-ı gayretten

Kemend-i can-güdâz-ı ejder-i kahr olsa cellâdın
Müreccahtır yine bin kerre zencîr-i esâretten

Felek her türlü esbâb-ı cefasın toplasın gelsin
Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azîmetten

Anılsın mesleğimde çektiğim cevr ü meşakkatler
Ki ednâ zevki aladır vezâretten sadâretten

Vatan bir bî-vefâ nâzende-i tannâza dönmüş kim
Ayırmaz sâdıkân-ı aşkını âlâm-ı gurbetten

Müberrâyım recâ vü havfden indimde âlidir
Vazifem menfaatten hakkım agrâz-ı hükümetten

Civânmerdân-ı milletle hazer gavgâdan ey bidâd
Erir şemşîr-i zulmün âteş-i hûn-i hamiyetten

Ne mümkün zulm ile bidâd ile imhâ-yı hürriyet
Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten

Gönülde cevher-i elmâsa benzer cevher-i gayret
Ezilmez şiddet-i tazyikten te'sir-i sıkletten

Ne efsunkâr imişsin ah ey didâr-ı hürriyet
Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten

Senindir şimdi cezb-i kalbe kudret setr-i hüsn etme
Cemâlin ta ebed dûr olmasın enzâr-ı ümmetten

Ne yâr-ı cân imişsin ah ey ümmid-i istikbâl
Cihanı sensin azad eyleyen bin ye's ü mihnetten

Senindir devr-i devlet hükmünü dünyaya infâz et
Hüdâ ikbâlini hıfzeylesin hür türlü âfetten

Kilâb-ı zulme kaldı gezdiğin nâzende sahrâlar
Uyan ey yâreli şîr-i jeyân bu hâb-ı gafletten [21]

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Namık Kemal
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Namik Kemal'ın hayatı
» Mustafa Kemal
» Mustafa Kemal
» Mustafa Kemal
» Torlak Kemal

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Bilgi Köşesi :: Edebiyat-
Buraya geçin: