Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Leylâ ile Mecnûn (16. Bölüm)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
soner




Mesaj Sayısı : 3323
Kayıt tarihi : 31/05/10

Leylâ ile Mecnûn (16. Bölüm) Empty
MesajKonu: Leylâ ile Mecnûn (16. Bölüm)   Leylâ ile Mecnûn (16. Bölüm) Icon_minitimeSalı Tem. 27, 2010 9:27 am

Leylâ ile Mecnûn (16. Bölüm)
Nizâmî
Mecnûn, Leylâ'nın Hayâline Şikâyetler Ediyor
Bu yeni gelini süsleyen kadın, onu mahfeden şöyle çıkarıp gösterdi (Râvî, şöyle rivâyet eder ki):

Binlerce nakkaş kaleminin (ressam fırçasının) vücûda getiremeyeceği derecede güzel olan Leylâ, erkekleri kendine esîr eden o güzel gelin, evlendikten sonra daima o mahzun sevgilisini düşünürdü. Şimdi Mecnûn, onun evlendiğini de haber almış ve ıstırâbı, iki kat olmuştu. Kendisinde akıl nâmına bir şey kalmamıştı. Kanatlarını yere serip son nefesini veren bir kuş gibi ihtizar hâlinde idi. Ab-ı Hayat'ı aramak için meşakkatle doğruldu. Peri yüzlü Leylâ'nın diyârına doğru sürüklenmeye başladı. Feryâd (Muye)'dan incelmiş, bir tüy (muy) kadar zayıf ve dermansız kalmıştı. Esen rüzgâr ile Leylâ'ya şu şikâyetleri gönderdi:

«Ey eşiyle zevk-u safâ içinde yaşayan sevgilim. Beraber yaşadığımız demler ne oldu? Nerede birbirimize ettiğimiz vaatler, yeminler, benim olacağına dair verdiğin ümitler? Hani beni seviyordun ve benim olacaktın? Bugün bütün bunlardan vazgeçtin. Şimdi bu suçsuz âşıkından gizleniyorsun. Ben, senin uğruna canımı pazara çıkardım. Sen ise bana masal okuyorsun (dil satıyorsun).

Ben, canımı vererek senin aşkını aldım. Sen, bir başkasının sevgisini tercih ettin. İnsan, verdiği vaadi böyle mi tutar? Bir an bile beni anmıyorsun. Yeni sevgilinle öyle bahtiyârsın ki, eski aşkını hatırına bile getirmiyorsun. Bir başkasının kucağına yaslanırken, bizi hiç olmazsa dilinle olsun bir yâd et!

Gençliğim, senin gülistanını süslemekle geçti. Yazık bu emeğime! Bağın meşakkatini bu güvercin çektiği halde, olgun meyvesini karga yedi. Senin hurman, pek lezizdir. Fakat benden başkasına diken olacaktır. Benim âhım, sam rüzgârı gibi estikçe senin gibi bir bahçeden kimse meyve yemeyecektir. Ey beyaz güller gibi tâze ve beyaz tenli güzel. Sen, bir servisin.Serviden kimse meyva alamaz. Evvelâ beni sevdin, bana yâr oldun. Sonra beni hor, hakîr ettin, bir köşeye attın. Sana gönül verdiğim zaman, böyle olacağını hiç tahmin etmezdim. "Senin olacağım!" diye yeminler edip beni aldattın. Bak, o yeminler, ne doğru çıktı ve nasıl benim oldun (!). Bir başkasını sevdin; benden utanmadın. Dünyada yalnız ikimiz olsaydık, belki insaf ile zulmü müsâvî ederdik. Halbuki bilen insanlar vardır. Onlar, iyi ile kötüyü ayırt ederler. Farz edelim ki benim gözlerimi bağladılar. El gözü bağlanmaz ki! Onlar, muhakkak "vefâsız" diyeceklerdir. Vaadini (ahit) yerine getirmemek, uğurlu bir iş değildir. Dikkat et, güzelliğinin veya varlığının tahtı (mehd) mahvolur. Gül, gülizâra karşı olan vaadini bozmadıkça kalbine diken saplanmadı.

Kötü insanlar, sarhoş olup da utanmayı, arlanmayı kaldırmadıkça, bu kötülükleri fâş olmaz. Gece, ayın kadehini kırmasaydı, sonu böyle kara yüzlü olmazdı. Ben, sana nasıl bağlanayım? Seninle nasıl bahtiyar olayım?

Ömrüm, elden gitti. Sen, hâlâ verdiğin vaaadi tutacaksın. Sen, beni sevindirecek bir tek iş yapmıyorsun. Ben, seni unutacak bir adam değilim. Senin yüzünden bu kadar ıstırap çektiğim halde çok müsterihim. Asıl ıstırabı senden incindiğim zaman çekiyorum. Gönlümü o kadar gamla doldurdun ki, orada sabır ve takate yer kalmadı. Sana "Sevgili..." diyemiyorum, sana "Vefasız!" diyemiyorum. Öyle garip ve toy bir ahlâkın var ki, sana ne vasıf vereceğimi bilemiyorum, âciz kalıyorum. Bana bu kadar cevretmene rağmen; sen, benim vücudumun kuvveti, canımın gıdasısın. Zulmün, ömür törpüsüdür; fakat ne yapayım ki güzelsin ve mâzursun. Bu kadar güzel bir sevgiliye herkesin kanı helaldir. Sen, güneş yüzlü bir gündüzsün. Ben de gönlü yaralı bir mum... Senin önünde sönmem (ölmem) lâzımdır. Ay, eğer tatlı olsaydı, sana Ay derdim. Şah, eğer iki yanaklı (ruh) [1] olsaydı, sana şah derdim. İpeklere bürünmüş gül ve lâlesin.Şarap (şire-i rez) gibi tatlı (şirin) ve değerlisin (rezin). Ateş, seni böyle nûr içinde görse, uzaktan ağzı sulanır. Bağda her ne kadar gül ve kakül (sümbül) vardır. Fakat bunlar, senin yanağının aksiyle meydana gelmiştir. Atlas, padişahların giydikleri lâl renkli bir kumaştır. Böyle olduğu halde senin yanağının kırmızılığı yanında bir saman gibi renksizdir. Kaşının her büklümü, bir hayâl kadar nazik ve incedir. Her biri bir bayram gecesinin hilalidir.

Odağacı değil; beyaz sandal [2] dahi olsa, yanağının kızıllığı yanında kızıl söğüttür.[3] Yanağının sultanı siyah çadırıyla (zülf) hem Habeş, hem Çin diyârını teşhir etmiştir. Böyle bir sevgilinin güzel yüzünden ayrılmak, ne kadar güçtür.

Bundan başka bir tedbirim kalmadı. Bu canımı sana kurban edeceğim. Vefâkârlığının bana vereceği huzur içinde yaşayıp artık cevrü cefânı hiç nazarı itibare almayacağım. Sabredeceğim. Bakalım hayat, ne cilveler gösterir.[4
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Leylâ ile Mecnûn (16. Bölüm)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Leylâ ile Mecnûn (13. Bölüm)
» Leylâ ile Mecnûn (2. Bölüm)
» Leylâ ile Mecnûn (14. Bölüm)
» Leylâ ile Mecnûn (3. Bölüm)
» Leylâ ile Mecnûn (14. Bölüm)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Bilgi Köşesi :: Edebiyat-
Buraya geçin: