Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Fütûh-ül Gayb

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
soner




Mesaj Sayısı : 3323
Kayıt tarihi : 31/05/10

Fütûh-ül Gayb Empty
MesajKonu: Fütûh-ül Gayb   Fütûh-ül Gayb Icon_minitimePtsi Tem. 26, 2010 9:31 am

Fütûh-ül Gayb
Abdülkâdir Geylânî
Burada okuyacağınız yazılar; Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin, sayısı bilinmeyen eserlerinden, haddi hesabı olmayan çok değerli menkıbelerinden sadece biri olan; "Futuh-ul Gayb" isimli eseridir.

1. VAZİFE
Allah-ü Teala'ya ve Hz. Resûlullah'a iman eden, şu üç şeyi yapmakla vazifelidir.

Allah'ın emirlerini tutmak.
Yasak ettiği şeyleri yapmamak.
Kimsenin elindekine göz dikmemek, doğru çalışmak, haline razı olmak.
İnsan, hayatı boyunca, emir, yasak ve kader çizgisi içindedir. Hiçbir zaman bunların dışına çıkamaz. Dışını Hakkın emirlerine uydurduktan sonra, iç alemi için 3 vazife başlar.

İnsan öz varlığı olan kalbine, iç alemine dönmeli.
Ruh, iyilik taraftarı olarak, kötülüğe meyilli duran nefsini muhasebe etmeli.
Böylece bütün gidişatını, yolunu Allah yolunun hakiki yolcularına uydurmalıdır.
2. HAYRI TAVSİYE
Allah'ın ve Hz. Resûlullah'ın emirlerine uyun; şahsi arzularınıza ve hissiyatınıza mağlup olarak bidat yoluna sapmayın ! İtaat edin; türlü ve bozuk yollara ayrılmayın!..Allah'ı tevhid edin; hiçbir zaman şirk koşmayın!... Hakkı tenzih edin; itham etmeyin... Doğruluk karşısında şüpheye düşmeyin; tasdik edin. Hep birden kardeş olun, aranıza düşmanlık sokmayın. Doğruluktan nefret etmeyin, daima Hak yolu ve yolcularını arayın, usanmayın...Sonuna kadar çalışın; bekleyin ümitsizliğe düşmeyin... Daima doğru yolda toplanın, sevişin aranıza sevimsizlik girmesin... Yaptığınız kötülükleri bırakın; tövbe edin; bir defa yaptığınız hatayı ikinci defa yapmayın!.. İçinizi dışınızı temiz tutun. Uğursuz, çıkmaz, karanlık bataklıklara düşmeyin... Rabbinizin taati ile rûhunuzu bezeyin. O'nun kapısından ayrılmayın. Ondan yüz çevirmeyin. Tövbenizi bozmayın... Gece gündüz Allah'a yalvarmaktan bıkmayın. Çünkü rahmet kapıları ancak bu yolda açılır. Hakiki saadeti bu yolda bulmanız mümkündür. Şu bataklık aleminden ulvi ruhani aleme bu yoldan gitmeniz mümkündür. Hakk'a vuslat bu yoldadır. Rahat, huzur ve selamet evine buradan girilir. Öyle bir selamet evi ki, her çeşit binek orada, gözün görmediği her türlü hoşluk oradadır... Bu nimetlerden bıkmaz, usanmaz, bol bol yer içersiniz. O yerde sizin arkadaşlarınız Peygamberler, sıddıklar, şehitler ve sâlihler olur.. Allah, cümlemize nasip etsin.

3. İPTİLA
İnsan, başına bir iş gelirse... Önce, kendi kendine kurtulmaya çalışır... Muvaffak olamayınca, etraftan yardım istemeğe koyulur... Padişahlara gider; rütbe sahiplerine yalvarır. Zenginlere koşar... Hal sahiplerine gider; dua ister, himmet ister... Eğer hasta ise doktora gider, şifa arar. Bununla da kurtulamayacağını anlayınca, Allah'a döner. Eğer kendi işini yapabilseydi, halka dönmeyecekti... İşini halkta bitirebilseydi, Hakk'a dönmezdi. Burada da arzusu biraz geç kalmağa başlar; fakat gidecek başka yeri kalmamıştır... Durur yalvarmağa başlar... Dua eder; sena eder. İhtiyaçlarını teker teker sayar, yalvarır... Bunları yaparken bir yandan da reddolunmaktan korkar; bir yandan da, isteği yerine geleceğini ümit ederek sevinir... Sonra, bu halden de usanır; yaptığı dua ve niyazın işe yaramadığını zanneder... Bu kez, dua da dahil her şeyi bırakır... Saf, temiz bir halde beklemeğe başlar... Bu kez kader-i İlahi (Allah'ın emri) ne ise o zuhura gelir... Olacak olur... Her şeyde Allah'ın kudretini, kuvvetini sezer. Hareket, sükun... her ne varsa, ondan olduğunu anlar. Hayır, şer, iyilik, kötülük, vermek, almak, genişlik, darlık, ölmek, dirilmek, izzet, zillet, bunların hepsinin Hak'tan geldiğini mana gözü ile görür... Bu halleri görür... Ve bu haliyle süt anasının elindeki çocuk gibi olur... Yıkayıcı elindeki meyyite benzer; kendinden bihaber... Onlar istediğini yapar... Velhasıl, bir top gibi olur, gayri ihtiyari sağa sola yuvarlanır... Bukalemun gibi renkten renge geçer. Ne kendisi için, ne de başkası için hiçbir hareket yapmaz... Hakkın işinden başka şey görmez. Gözü O'nu görür, kulağı O'nu işitir. Başka şey görse veya işitse, O'nun için görür veya O'nun için işitir. O'nun nimeti ile beslenir ve O'na yakın olmakla ferahlar... Bu halle güzelleşir... Bununla hoş olur... Sakinleşir... Her halde Hak'la mutmain olur. O'nun sözü ile ünsiyet peyda eder. O'ndan başka her şeyden çekinir ve hoşlanmaz... Daima O'nun zikrine koşar... Ve öylece kalmak ister. Bu halde kendinde yükseklik duyar. Kuvvetini Hak'tan alır. O'na tevekkül eder. Yolunu O'nun marifet nuru ile bulur. Onunla giyer, Onunla kuşanır. Böylece Hakk'ın çeşitli ilimlerini öğrenir. O'nun kudreti ile şereflenir. O'ndan işitir. O'na yaklaşır. Dua eder, hamdeder. Öylece kalır.

4. MANEVİ ÖLÜM
Halkın malına göz dikmez, onların elindekinden kendini müstağni kılarsan, kötü isteklerin ölmeğe başlar. Böyle olunca sende hiçbir kötülüğe karşı meyil kalmaz. Bunlar hep Allah'ın yardımı ile olur. Bu inayet ve yardım sayesinde öyle bir hayata kavuşursun ki ondan sonar ölüm yoktur. Bundan bulacağın zenginlik tükenmez; verilen alınmaz... Rahatın bozulmaz... Hiçbir sevdiğinden mahrum olmazsın. Öğrendiğini unutmaz, sonundan korkmazsın... Bu yeni varlıkla bambaşka bir aleme geçersin; saadeti bitmez tükenmez... Sultanlığın bir türlü sonu gelmez. Yüksekliği bir türlü nihayete ermez. Burada yalnız tazim olunur, tahkir olunmaz. Çünkü sende artık bir meniyet vardır. Ve doğruluk zatında mevcuttur. Söylediğin Hak, yaptığın doğrudur. Sen artık eşsiz bir cevher haline gelmişsin. Tekle tek, birle bir olmuşsun. Gizlinin gizlisi, sırrın sırrı oldun; yetmez mi? Bu hal ve bu alemde sen, peygamberlerin vekilisin demektir. Velayet sırrı sende biter. Abdallar –velilerden bir kısım- şekline bürünür. Her dert seninle biter. Her ihtiyaç seninle görülür. Yağmur arzunla yağar. Bitkiler sevginle biter... Yeşerir... İster sultan, isterse çoban, ister imam ister cemaat hepsinin belasını def edersin... Sen bundan böyle ibâdın ve bilâdın âmirisin; eller sana yardıma gelir... Ayaklar sana hediyeler taşır. Diller seni övmeğe başlar. Bunlar Allah'ın izni ile olur. İki kişi dahi, aleyhinde söylenecek tek kelime bulamaz... Ey bunca inâm ve ihsan yapan Allah, bunlar hep senin vergilerindir. İkramındır. – Allah büyük ihsan sahibidir.

5. DÜNYA VE HALİ
Tuzağı, öldürücü zehirleri ile düşkünlerine verilmiştir. Gafletle Dünyayı, zahirdeki güzelliği ile görürsen aldanma... O, hilesi, dokunanı derhal öldürür. Onda sadakat, onda vefa diye bir şey yoktur. Ona iyi gözle bakıp hoşlanma; şöyle ol: Sahrada bir adam çırılçıplak kazayı-hacete oturmuş. Hem edep yeri görünüyor, hem de koku geliyor. Sen mecbursun; hem burnunu tutacak, hem de gözünü kapayacaksın. İşte dünyanın hali. Ondan kurtulmak için hem gözünü kapa, hem de burnunu tut... Dünyaya ihtiyacın kadar bağlan! kalpten sevme; Nasibin ne ise gelir üzülme..!

6. HALKI BIRAKMAK
Halkı Allah'ın izni ile bırak, yine O'nun emri ile arzularından geç. Bir ayet-i Kerimede şöyle buyrulur: “ Eğer inanıyorsanız, Allah'a güvenin....” Kendini Allah'ın fiiline, iradesine terk et. Saydıklarımızı yaparsan, ilahi emirlere bir kab olursun. Halkı bırakmak; onların elinde hiçbir iyilik veya kötülük olmadığına ve olamayacağına inanmakla olur. Bütün kuvveti Allah'tan görüp, halkın elinde mevcut olan bir şey görmeden Allah'ın kudretini tasdik etmekle mümkün olur. Kendini bırakmana gelince: Hakk'a teslim olman ve sebepleri bir yana atmanla olabilir. Kendinden hiçbir hareket görme, gücüne kuvvetine mağrur olma. Bu halinde kendini hor görüp, özünden nefret etme. Hakk'a teslim ol; O'nun emirlerine göre hareket et. Şunu iyi bil ki, her şeyi evvel ahir yapan Allah'tır... Sen ana karnında bilinmez bir nesne iken, O besledi ve bu aleme getirdi. Ve yine sen, beşikte her şeyden habersiz yatarken esirgeyen O oldu. İşte o eski hallerini düşün ve Hakk'a güven. İlahi tecelliler önünde yok olmak şöyle olur: Başta hiçbir istek sahibi olmamak gerekir. Bunu yaptığın an, her arzun yavaş yavaş ölmeğe başlar. Dileklerin yok olur. Daha sonra iraden ölmeğe başlar. İşte bundan sonradır ki, ilahi tecelli seni kaplar. Hiçbir meramın olmaz. Hakk'ın isteğinden başkası sende hüküm süremez olur. Kalbin sakin, vücudun rahat, gönlün geniş, yüzün nurlu... Her şeyden elini çeker, yalnız yaratanla meşgul olursun. Hak varlığı ile zengin olursun... Bu halinle seni kudret eli çevirir, ezel dili seni çağırır. Hak sana bilgiler öğretir. Türlü nevi kisveler giydirir. Ezeli ilimlerden sana nasip gelir. Gönlün açık olur. Kötülükler onda eğlenmez. Her kötülük onda erir. Varlığın Hak arzusu ile dolar. Böylece senden çeşitli kerametler zuhura gelir. O haller senden görünür, ama aslında Hak'tan gelir. İşte böylece, Hak için gönlü kırıklar zümresine dahil olursun. Bunlara, “Münkesiret'ül – Kulub “ tabiri kullanılır. Zikrettiğimiz o değerli insanlar için Allah-ü Teala şöyle buyurur:
- “Benim için kalbi mahzun olanlarla olurum.”
Bu Kudsî bir hadistir. Muayyen bir zaman için halin böyle gider, ardan zaman geçer; evvelce mahrumu olduğun pek çok dünyaca hoş tanınan nefsi zararsız isteklerine kavuşursun. Peygamber S.A. efendimiz bu duruma işaret ederek şöyle buyurur:
- “ Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi. Kadın, güzel koku, gönlümü hoş eden namaz...”
Bütün kötü arzun, hevesin kırılmadıkça, Hak, seninle olmaz. Bu hevan ve hevesin yok olunca da sende hiçbir şey durmaz olur artık. Sende ne iyilik eğlenebilir, ne de kötülük. Ne akıl kalır, ne de fikir. Hiçbir şeyi seçemez olursun. Varla yok arasında bir hal alırsın. Allah seni öldürür, yeniden diriltir. Sende, yeni ve bambaşka bir irade zuhura getirir. Her isteğini o irade ile istersin. Bu hale ki geldin ve her isteğin buna ki uydu; Hak Teala kendine izafe ettiğin mevhum varlığını alır, seni yok eder. Bu halle sonunda: Münkesiret'ül-kulüb zümresine dahil olursun... Bu makamda haberin olmadan çeşit çeşit hikmetli işler olur. Sonra benliğin erimeğe başlar. Böylece iş sonuna varmış olur. Ve Hakk'a kavuşmuş olursun; yani, lika hasıl olur... Her iş tamam olur. Bütün çalışmalar bunun içindi zaten... İşte: Münkesiret'ül kulüb'un asıl manası budur. Yukarıda bahsedilen ««bakiye kalan varlık**** cümlesini biraz izah edelim: Bunun manası; tam bir sükun ve tumaninet halidir... Yani yukarıda arz edilen hale girmek ve onda tam bir olgunluk peyda etmek demektir. Bunu daha açık anlatmak için Allah-u Teala'nın, Peygamberi (S.V.) lisanı ile buyurduğunu dinleyelim:
- “Kulum bana ibadet etmekle yaklaşır, ve onu severim... Sevince de tutan eli, işiten kulağı, gören gözü, yürüyen ayağı olurum, hep işlerini benimle görür... “
Diğer bir rivayette şu cümleler de vardır.
- “Benimle işitir, benimle tutar, benimle aklı erer...”
Bu hal ancak « Fena » - kendinden geçiş – ile başlar. Bu iş, güç değildir, halkı bırakman kafi...
*
Halk; hayır ve şerden ibarettir. Sen de böylesin, hem hayırlısın hem de şerli... Halkın hayrını ve şerrini isteme... Yalnız Hakk'ı tut, ötesini bırak. Yine Kader-i İlahide hayır ve şer vardır. Sen bu halde bulunmadıkça Allah seni şerrinden korur, hayrı denizine atar. O zaman hayrına kab olur, her çeşit nimete kavuşursun... Sükuna rahata, hoşluğa ve nihayet her güzelliğe kaynak olursun...

Fena (1), Müna (2), Müptega (3) bunlar ayrı ayrı tasavvuf mertebesidir. Velilerin son durağı buralardır. Bunlara yönelmek öyle bir istikamettir ki, geçmişteki evliya ve abdâl hep bunları istediler. Ta ki, iradelerini Allah'a bırakalar ve O'nun iradesine göre hareket edeler. Zaten bu yolun yolcularına « abdâl » demek, bu manayı anlatmak içindir. Bunların günahı nefsani arzularını Hakk'ın iradesine ortak etmektir. Haddi zatında onlar bunu unutarak yaparlar. Manevi bir hale kapılı, dehşete düşerler, bu arada kendilerini kaybederler. İsteklerine kapılma neticesi Hakk'a şirk koşmuş olurlar. Sonra, Allah tarafından kendilerine bir ayıklık gelir; Allah'ın rahmeti, merhameti yetişir, bulundukları halden uyandırır. Onlar da hatalarını anlar, istiğfar eder, tövbe ederler... Allah da tövbelerini kabul eder. Çünkü yalnız melekler iradeden masumdur... Peygamberler de iradeden değil, kötülükten masumdur. Geri kalan mükellef insan ve cinler, ne iradeden, ne de kötülükten masumdur. Şu var ki; veliler, kötü arzudan, abdâl de iradeden mahfuzdur, ama masum değildir. Bu şu manaya gelir; bazen ufak tefek meyil ederler, sonra Allah merhameti icabı onlara yine doğru yolu nasip eder...

7. KALBİN HASTALIĞI
Nefsini bırak! Ve ondan uzaklaş!.. Nispi olarak kendine izafe ettiğin mülkten ayrıl!.. Hepsini Allah'a teslim et!.. Ve kalbin kapısında bekçi ol!.. Allah'ın « gönlüne sakla » dediklerini içeri al ve «alma» dediklerini kalbine sokma!.. Kötü istekleri kalbinden çıkardıktan sonra bir daha yaklaştırma!.. Bu şeytani arzuları kalpten çıkarmak, her halde ona uymamak ve daima muhalefet etmekle olur. Allah'ın iradesi dışında bir şey isteme!.. O'ndan başka bir şey istemek boş bir temennidir. Akılsızlıktır. Sakın böyle bir hevese düşme!.. Telef olursun.. Helak olursun!.. Hakk'ın merhametinden uzak kalırsın. Sonuna kadar Allah'ın emirlerini tut!.. Sonuna kadar yasak ettiği şeylerden kaç!.. Sonuna kadar O'nun kaderine teslim ol!.. Yarattığı şeylerden hiç birini O'na ortak yapma. Şirk koşma!.. İsteğin, arzun, şehvetin, hepsi O'nun yarattıklarıdır... İsteme! Kötü arzularına kapılma! Şehvete düşkün olma!.. Ta ki müşrik olmayasın!..

Ayetten: «Bir kimse Rabbine kavuşmayı istiyorsa, yarar iş yapsın. Rabbi için yaptığı ibadetlere şirk katmasın.». Şirk, yalnız putlara tapmak değildir. Kendi şahsi arzu ve isteklerinde tesir görerek,uyman da bir nevi şirk ve putperestliktir. Dünya ve onun metaından, ahret ve onun nimetlerinden herhangi birine gönül kaptırarak, seni yaratanın sevgisini değil, bunlardan her hangi birinin sevgisini üstün tutarsan, şirk etmiş olursun... Uçsuz bucaksız bir varlık bul, kendini muayyen ölçülere kaptırma. Muayyen bir çerçeve içersinde kalırsan, doğruluğunu haber verdiğin yanlış olabilir. Kalacağını haber verdiğin nesne, bakarsın ki kaybolmuş... Hakk'ın iradesine tabi ol ve hiçbir şeye karışma!.. Keşif ve keramet nevinden sayarak, bir şeyler söylersin, ama aksi olunca utanır, rüsva olursun... Sana bu halde yine bir vazife düşer; halini saklamak... Ve senden başkasına bunları duyurmamak. İşte bu, tam sebat ve beka halidir. Bunların Allah tarafından, sana bir hediye olarak verildiğini bil. Bu hale şükür etmek için O'ndan yardım iste. Başkasına göstermemek için ört. Eğer bu haller gider de, yerine başka bir hal gelirse, üzülme; onda da çeşitli bilmediğin nimetler gizlidir. İlim vardır. İrfan, marifet vardır; ayıklığını arttırır ve edep terbiye öğretir sana... Bir Ayet-i Kerime de şöyle buyrulur: “Biz hiçbir ayeti, ondan daha iyisini veya benzerini getirmemek şartı ile değiştirmeyiz...

Allah'ın her şeye kadir olduğunu bilmiyor musun?” Allah'ın kudretini küçük görme!.. Takdir ve tedbirde, onu itham etme... O'nun vaadinin doğruluğunda şüpheye düşme... Hz. Peygamberi (S.A.V.) kendine örnek al... O büyük insana inen ve Mushaflarda yazılan, dillerde okunan bazı ayetler kaldırıldı... Bazısı değişti, yerine başka ayet geldi... Biraz önce haber verdiğinin aksini az sonra söyledi. Ama bu hal zahirde böyle oldu. Öbür yönünü, ancak, Allah'la kendi arasında bir iş olarak kabul ederiz... İşte yukarıda anlatılan hale işaret ederek Peygamber (S.A.V.) efendimiz şöyle buyurur:
- “Kalbimde değişik haller olur, bu yüzden her gün yetmiş defa istiğfar ederim.”
Diğer rivayette “ Yüz defa.”
Peygamber (S.A.V.) efendimiz., daima hal değiştirirdi. Bir halden diğer hale geçer ve olgunluğa doğru ilerlerdi. Gayb aleminin hazinelerine ererdi. Çeşitli manevi süslerle süslendi. İşte efendimiz böyle yükselirdi. Her yükseldikçe de evvelkinin noksanlığını anlar; mahdut bir halde kalmayı noksan sayar, istiğfar ederdi. Kendisi yaptığı gibi ashabına da istiğfar telkin ederdi. Çünkü istiğfar ve tövbe halinde bulunmak kulun vazifesidir. İnsana en çok yakışan şey, istiğfar ve tövbe etmektir. Bütün kötülükleri, bir daha yapmamak şartı ile bırakmak babası Adem'den (a.s.), Hz. Resûlullah'a O'ndan da bizlere veraset yolu ile geldi... Ki Adam aleyhisselam'ın her yanını zulmet kaplamıştı; işte o zaman istiğfar etti, sonra karanlık açıldı, her yanı nur kapladı; kurtuldu. Çünkü o bir zamanlar ahdi unuttu. Dar-ı Selam'da daimi kalacağını, Rahman ve Mennan olan Allah, kendisini Cennetten çıkarmayacağını sandı... Melekler kendisini daima selamlar, övmelerle geleceğini tahmin etti. Böylece nefsine uydu ve her şeyi unuttu... İş değişti. O güzel süslerden soyundu, saltanat gitti. Derecesi düştü... O nurlu alem, aniden karanlığa gömüldü. Önceki safiyet bozuldu. Böylece her şey elinden alındıktan sonra işin nereden geldiğini anladı. İçinde bulunduğu büyük safiyeti düşündü... İtiraf yolunu tuttu. Unuttuğunu, hata işlediğini itiraf etti. Kendi kendine istiğfar telkin etti:
- «Ya rabbi, biz nefsimizi kötüledik, kirlettik, bizden mağfiretini, merhametini esirgersen, sonumuz fena olur. »
Bu tövbe ve itirafa karşı kendisine hidayet yolları göründü. Nasıl işler yapacağı bildirildi. Ve o, o tövbedeki gizli marifet nurları ve bundan evvel kendisine keşfolunmayan iyilikleri öğretildi. Ve neticede şuna kani oldu:
- « Bütün kaybettiğim haller bana tövbe yolu ile açılacaktır. »
Her şey değişti... İstek şimdi başka oldu. Hal başka hal oldu. Büyük bir saltanat geldi. İlk önce dünyada bir velayet-i Kübra; sonrası da ahrette... Dünya kendine ve evladına yer oldu. ahret ise ebedi bir yuva... Ve sonsuz bir sığınak.. Ey mümiz! Senin için Hz. Adem v Hazret-i Muhammed de dostluk ve Muhammed için iyi adetler var... Herhalde hatanı bil, tövbe et...

8. ALLAH'A YAKINLIK
Manevi bir hal içinde bulunduğun zaman başkasını isteme. İster daha altını, ister daha üstünü. Hiçbir makam arzu etme... Padişahın kapısına geldiğinde hemen içeri girmeği isteme Zorla içeri alınıncaya kadar bekle. Kendi isteğinle değil zorla içeri alınmalısın. Tekrar, tekrar istemelisin. Pek nazlı da olma... İçeri girmek için mücerret izinle de yetinme. Seni tecrübe için olabilir, belki de padişah tarafından deneniyorsundur... Koşma; bekle. Ta ki seni zorla içeri alsınlar. Bu şekilde içeri alınman senin için bir fazilet olur. Saraya bu şekilde girdikten sonra, seni kimse tekdir etmez. Tekdir ancak yapacağın kusurdan sonra gelir. O, seni bizzat içeri aldıktan sonra, korku da olmaz. Padişahın yaptığından mesul olmazsın. Ancak kendi isteğinle yaptığın şey sonunda mesul duruma düşersin. Yaptığın hareket neticesi, sana taarruz vaki olur. Bu makamda senin için iyi olmayan şey kendi arzunla hareket etmendir... Sabrın azlığı, edebe riayetsizliğin, bulunduğun hale rıza göstermemen senin için hiç de iyi olmayan hareketlerdir... Saraya girmek sana nasip olunca; başını önüne eğ, gözlerini etrafta gezdirmekten sakın. Edepli terbiyeli olarak, verilen her hizmet ve vazifeyi yapmağa çalış. Daha fazla yükselmeği isteme...
Ayet: “ Olara verdiğimiz dünyalıklara gözlerini çevirme, onları tecrübe etmek için, dünya süsü olarak kadın verdik. Rabbin sana verdiği rızık, hem hayırlı hem de devamlıdır...”
Allah-ü Teala, bu ayetle seçkin Peygamberine edep öğretiyor, dolayısıyla bize...
- « Halini muhafaza et, verilene razı ol...”
Buyrulmasındaki murad:
- “Sana verdiğim pek çok hayır, peygamberlik, ilim kanaat, sabır, İslam dini üzerindeki saltanat ve o yoldaki mücadele senin için en büyük nimettir... Ötekilere verdiklerimden daha iyi ve güzeldir. Bütün hayır haddi bilmekte ve ona razı olmaktadır. Bununla beraber başkalarının hiçbir şeyine göz dikmemektedir. Başka bir şeye iltifat etmemektedir. Çünkü o baktığın ve arzu ettiğin şey üç kısma ayrılır. Birincisi, senin nasibin olmasıdır. İkincisi başkasının nasibi olma ihtimali. Üçüncüsü, ne senin ne de başkasınındır. İhtimal ki; Allah-u Teala, onu bir tecrübe vasıtası olarak yaratmıştır... Baktığın şey her ne ise... Eğer o, sana nasip olmuşsa ihtirasa düşüp ardından koşsan da gelir koşmasan da. İstesen de gelir, istemesen de Bu hale göre, mutlaka onu elde etmek için çırpınman ve edebe uymayan bazı hareketler yapman sana yakışmaz. Bu hal, ilim ve akıl ölçüsüne vurulursa hiç de sevilen bir şey olarak meydana çıkmaz. Eğer o şey, başkasının nasibi ise.... çırpınman niçin?.. Çünkü o şey sana hiçbir zaman gelmez. Yine o şey, ihtimal ki hiç kimsenin nasibi değildir, fitne ve tecrübe için yaratılmıştır. Böyle olduğuna göre, akıllı olan kimse nasıl nefsi için, böyle bir fitneyi ister. Ve kendine celp etmeği arzu eder?..
Bu izahlardan anlaşılıyor ki; bütün selamet ve iyilik, manevi hali muhafazada ve haddi tecavüz etmemededir... Avuç içi kadar dar yerde de kalsan, geniş sahalara da çıksan, her ikisi de sana göre müsavi olmalı... Ve yukarıda anlattığımız halini ve edebini muhafaza etmeğe çalışmalısın. Başını önüne eğ. Çok edepli ol... Daha da üstün vazife görmeğe çalış. Çünkü padişaha en çok sen yakınsın, senin kabahatin de çabuk görülür. Bu sebepten senin için tehlike daha fazladır. Bulunduğun halin daha üstüne ve daha aşağısına geçmeği isteme. Orada sabit kalmayı, baki olmayı arzu etme. Bulunduğun vazifenin şeklini değiştirmeğe yeltenme... Böyle bir şey yapmağa senin bir salahiyetin yoktur. Böyle bir şey yaparsan nimetleri inkar yolunu tutmuş olursun; bu ise, dünya ahrette sahibini utandırır... Sonuna kadar, anlattığımız şeyleri yapmağa çalış... Neticede öyle bir hale gelirsin ki, o halde senin için bir makam verilir. Seni ondan hiç ayırmazlar. Sen de onun, Allah tarafından bir vergi olduğunu anlarsın. Böyle oluşun delili ve beyanı meydandadır, bunu bilir ve o halin devamına çalışırsın...
Veliler için haller vardır. abdâl için makamlar vardır. Ve sana hidayeti Allah nasip edecektir....

9. KEŞİF VE MÜŞAHEDE
Allah sevgililerine ve bunlardan bir kısım olan Abdala, akıllara durgunluk veren, adet ve resmiyeti ortadan kaldıran Ef'al-i İlahi'nin tecellisi açılır. Bu tecelli iki kısma ayrılmıştır: Cemal, Celal sıfatlarının tecellisidir. Celal, aynı zamanda azamet manasına da gelir. Bunların tecellisi kalbe çok giran (*) gelir. İnsanı müthiş sarsar. Bu hal kalpte olur fakat zahiri duygulara da sirayet eder. Bazen görülür ve işitilir. Bu hali, bir ravi, Peygamber (S.A) efendimizden nakletmiştir:
Namazda, yemek kabının kaynamasına benzeyen bir ses işitilirdi. Bu ses kalpten gelmiş ve zahirde de işitilmiştir. Bu hale sebep, Allah'ın Celal sıfatının tecellisini görmesi ve azamet-i İlahi'nin keşfolmasıdır... Bu hale benzer şeyler Hz. İbrahim'den (A.S) keza, Hz. Ömer (R.A) rivayet edilmiştir...
Cemal sıfatının tecellisine gelince: Bu sıfatın tecellisinde kalp nurla dolar ve bununla boş olur. Bu halde kalp rahat eder. Lütuflara erer. Güzel konuşmaları burada duyar. Güzel sözleri bu halde işitir. Bununla beraber, kendisine yüksek hediye müjdeleri burada verilir. Ve yüksek derecelere çıktığı kendisine burada haber verilir. Bu öyle bir makamdır ki; bundan sonrasında kulun hiçbir dahli olmaz. Her şey ezeli nispete bağlanır. Kalem kurur. Artık taksim ne ise o gelmeğe başlar. Allah fazlını ve rahmetini istidatlar nispetinde verir, rahmet ve şefkatini onlara ispatlar. Bu hal ecel gelinceye kadar devam eder. Ki, bu malum olan ölüm zamanıdır. Bundan sonra daha fazla açılır. Perdeler kalkar. Yükseldikçe yükselir. Bunun dünyada verilmemesinin sebebi, Allah' karşı olan sevgi ve muhabbetlerinin onları bir tehlikeye götürmemesi içindir. Sonra takatleri kesilir. Helak olurlar, zayıf düşer, ibadetlerini yapamazlar. Halbuki onlar ölünceye kadar ibadet etmekle mükelleftirler. Bunlara, bu maddi hayatta tam tecelli etmemesi ve tam tecelliyi öteki aleme bırakması O'nun merhametinin eseridir. Böyle yapmakla sevdiklerinin kalplerini tedavi eder. Terbiye eder ve madde alemi ile manevi alemi bu şekilde idare eder. İncelikleri bilen ve hüküm veren O' dur. Kullarına lütfunu, merhametini esirgemeyen O' dur...
Bu halleri anlatan bir rivayet Hz. Resûlullah'tan şöyle nakledilmiştir:
Efendimiz, maddi alemle biraz meşgul olduğu zaman:
- “Ey Bilal, bizi biraz dinlendir. Ezan oku da namaza kalkalım...”
Buyurmuştur. Bunu, anlattığımız güzellikleri görmek için söylemiştir... Yine bu sebeple şöyle buyurmuştur:
- “Namaz, gönlümün sürurudur...” (**)
(*) Bıktırıcı, fena, katı (**) Sevinç

10. NEFİS VE HALLERİ
Bu kadar külfetler içerisinde, varlığını gösteren yalnız Allah-u Teala'dır. Bundan sonra nefsin gelir. Muhatap olarak meydanda da sen varsın. Nefis; başta Allah'ın zıddıdır. Halbuki her şey sahiplidir. Böyle olduğu için nefis, hem yaradılış itibariyle, hem de mülk olarak Allah'ındır. Bu arada nefse boş iddia ve arzu, bir de kötülükleri ile sevinmesi kalır. İş böyle olduğuna göre, sen, Hakka uyarak nefsine muhalefet edersen; Allah için nefsine hasım olmuş olursun... Allah-ü Teala, Davud'da (A.S) şöyle buyurdu:
- “Ya Davud, ben daimi kuvvetinim, bu kuvvetini nefsine düşman olarak ibadete vermeğe çalış. “
Ey mümin, eğer sen de böyle yapar ve bu halde kalırsan, kulluğun ve Allah'a karşı olan bağlılığın doğru olur. Rızkın ne ise... rahat,güzel, hoş olarak gelir; aziz ve mükerrem olursun. Ve her şey sana hizmet etmeğe başlar. Sana tazim ederler, hürmet ederler... Çünkü onlar yaratanına bağlıdır. Sen ise onun sevgili kulusun. Onları Hak yaratmıştır. Onlar da bunu ikrar etmektedirler. Nasıl ki; Allah-ü Teala bunu şu ayetlerde haber vermiştir.
- “Allah'ı tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, lakin siz onların tesbihini anlayamazsınız.”
- “ Göğe ve yere isteyerek veya zorla geliniz... diye buyurdu. Onlar da dediler:
- İsteyerek geldik...”
*
İbadetin başı nefse muhalefet etmektir. Allah-ü Teala buyurdu:
- “Nefsine uyma; nefs seni Allah yolundan ayırır.”
Davud'a da şöyle buyurmuştur:
- “Ey Davud, nefsini bırak, çünkü o, daima münazaa çıkarır. “
Beyazid-i Bestami'den (Rh.) bir rivayet vardır. Beyazid mana aleminde tecelli-i ilahiye nail olur ve sorar:
- “Ya rabbi, sana nasıl gelinir?
Şu cevabı alır....
- “Nefsini bırak da gel...”.
Beyazid der ki:
Nefsimi bıraktım, yılan soyunduğu gibi ben de nefsimden soyundum... Her hayrın ve her güzelliğin onu bırakmakta olduğunu gördüm...” Eğer takva halinde isen, nefsine daima muhalefet et... Halkın varlığını kalbinden çıkar. Onlardan her hangi bir şey bekleme. Onlara minnet etme. Onlara güvenme, onların elindeki dünyalığa göz atma. Onların iyiliği seni sevindirmesin, kötülükleri de gücendirmesin. Onların hediyesini, sadakasını, zekatlarını, adaklarını bekleme. Şayet senin mal, mülk sahibi bir adamın varsa sakın mirasına konmak için ölümünü .isteme... Halkı hakikaten kalbinden çıkar. Onları kah açılan, kah kapanan bir kapı bil. Onları, meyvesi bazen var, bazen de yok olan ağaçlar gör... Bu işlerin hepsini bir faile bağla ve bir müdebbirin tedbiri kabul et. Bu fail ve müdebbirin de Allah olduğuna inan ki, muvahhit olasın. Bu anlattığımız şeyleri kabul etmekle beraber kulların çalışmasını da inkar etme... Sonra cebriye mezhebine girmiş olursun. Her ikisini birleştirirsen cebriye mezhebinden kurtulursun. Allah'ın yardımı olmadan onların işi tamam olmayacağını iyi bil. Allah'ı unutarak onlara tapma. Bunların yaptığı, Allah'ın işinden ayrıdır, deme. Hakkı inkar etmiş olursun. Kadriye mezhebine girmiş olursun. Allah, gücü kuvveti verir, kullar da yapar, de... Bu hükümlerde Allah'ın emri ne ise ona bağlan. Bunlardan haddi aşmayarak kısmetin ne ise onu al. Allah'ın hükmü, sana ve bütün mahlukata kendi verdiği hükmü ile olur. Sakın sen hakim olmaya kalkmayasın. Sen de onlar gibi kader-i ilahinin çizgisi dahilindesin. Kader ise karanlıktır. Karanlığa lamba ile gir. Bu lamba da Allah'ın kitabı, Peygamberin sünnetidir. Sakın bu ikisinden ayrılma... Eğer bir hatıra kalbine gelirse ve sıkışık durumda kalırsan, onu derhal kitap ve sünnet ölçüsüne vur... Mesela, zina etmek, gösteriş yapmak gibi şeylerden olduğunu görürsen, facir(*) ve fasıklarla(**) birleşmek gibi şeyler olursa ki bunlar haramdır sakın yapma... Derhal bu gibi düşünceleri bırak... Bunlardan başka haram şeyler olursa hemen ört... kaç... Kabul etme, amel etme... Bu gibi şeylerin şeytan tarafından sana hatırlatıldığını bil. O sana gelen hatıranın, mubah olan arzulardan, evlenmek, yemek, içmek nevinden bazı şeyler... yine yapma. İhtimal ki aklın ermediği bazı kötülükler onda gizlidir. Mesela bakarsın sana bir fikir gelir:
- Bu müşkülün için falan yere git; oradaki falan zata arz et...
Halbuki senin o zata ihtiyacın yoktur. Belki de senin ilmin, irfanın daha üstündür. Bunları da onunla anlıyorsun. Burada biraz dur. Hemen oraya koşma...
Bazen de kendi kendine dersin:
- Herhalde bu Allah tarafından ilhamdır, bununla amel edeyim...
Hayır bunu da yapma! Bu işte de hayırlısını bekle... Bunun Hak tarafından olduğunu anlamak için, o ilhamın sana tekerrür halinde gelmesi lazımdır... Yahut sana, o işi yapman için manevi bir emir verilir, o zaman yaparsın. Allah için bilgi sahibi olanlara bu gibi şeylerde bazı alametler zuhur eder; bunu da ancak akıllı veliler ve abdâl zümresi bilir.
Bu anlatılan şeyleri sakın yanlış anlama... Bunlar, emir ve yasakların haricindeki şeylere aittir. Şer'i hükümlere uyman ve tamimiyle tatbik etmen lazımdır. Aksi halde manevi alemden hiç nasip alamazsın...
Doğruyu bilen ve o yolda hidayet eden Allah'tır...

(*) Fena huylu, günahkar (**)Allah'ın emirlerini tutmayan

11. ŞEHVETİN BEYANI
Fakirlik halinde, geçim durumundan aciz kaldığın zamanda, nikah işiyle karşılaşırsan, bu halinde de sabreder beklersen; Hak teala, ya senin başından bu işi giderir, yahut sana bir kolaylık verir evlenirsin, yahut muhafazası altına alır geçimini kolaylaştırır. Böylece dünyada güçlük göstermeden, ahrette de sıkıntıya sokmadan istediğini sana verir ve sabrından dolayı sana: Sabırlı, haline şükreden ismini verir... Eğer evlenmek senin nasibinde varsa, ister istemez olur; olunca yaptığın sabır şükre çevrilir... Allah-u Teala hazretleri ise şükredenlere bol ihsanlar vereceğini şöyle vaat etmiştir:
- “Eğer şükrederseniz nimetimi arttırırım, küfür yoluna saparsanız azabım şiddetlidir.”
Eğer evlenmek sana nasip değilse, o arzu kalpten çıkar gider. Nefis istese de istemese de bu yazılan olur.
Her halinde sabra devam et. Kötü arzularına muhalif ol. İlahi emirlere boyun eğ. Kazaya razı ol. Bu halinden dolayı da Allah'tan iyilik um. Çünkü, Allah'ı Teala şöyle buyurdu:
- “Sabredenlerin mükafatı bol verilecektir.”

12. DÜNYALIĞI SEVMEK
Allah-ü Teala sana mal verir; sen de Allah'ı unutur malla uğraşırsın, o malı sana kara bir perde yapar. Dünyayı , ahreti göremez olursun. Yalnız malı bilirsin. Çok kez de malı alır, seni değiştirir. Fakir eder, zelil eder. Çünkü sen, asıl nimeti vereni unuttun, nimetle meşgul oldun... Eğer, o mülk seni meşgul etmez de, ibadetinle de uğraşırsan, sana hediye olarak verilmiş olur, bir tanesi bile eksilmez. Mal sana hizmetçi olur. Sen de yaratana ibadet edersin. Böylece dünyada rahat, güzel geçinirsin. ahrette ise sıddıklar, şehitler, salihlerle beraber olursun.

13. ALLAH'IN EMRİNE TESLİM OLMAK
İyiliğin gelmesini, kötülüğün gitmesini isteme...Eğer kısmetinde sana gelecek bir nimet varsa, istesen de gelir, istemesen de.... Bela da aynı... Eğer sana gelecek bir bela varsa, kaçsan da gelir, dursan da... İstersen o belanın kalkması için duaya sarıl.. İstersen sabret. İstersen Allah için kendini bir yere attır; elbette gelecek olan gelir... Sana lazım olan bunların hepsinde Hakka teslim olmaktır. Hepsini ona teslim et. Eğer nimet gelirse şükretmeğe başla!.. Bela da gelirse sabretmeğe çalış. Belayı hoş gör... Onu da bir nevi nimet bil. Gizlemeğe çalış! Gücün yettiği kadar gidermeğe gayret et. Hele onu her yerde anlatmaktan sakın. Allah'ın sana verdiği manevi halin kuvveti ile ve gittiğin yolun icabı olarak bunları yapmak mecburiyetindesin. Öyle bir yoldasın ki, Hakk'a taatla ve her şeyi hoş görmekle emrolunmuşsun. Ancak böyle refik-i Ala'ya çıkabilirsin. Bu hale gelince senden evvelkilerin yerine makamına varırsın. Senden evvel padişaha gidenleri ve yaklaşanları orada bulursun. Onun yanında her iyilik yolunu, rahatı, kerameti ve nimeti görürsün; kavuşursun.
*
Belayı bırak gelsin, seni ziyaret etsin... Yolunu aç. Kapama. Önünde durma. Sana gelmesinden ve seni yoklamasından korkma. Nasıl olsa, onun ateşi cehennemin ateşinden daha şiddetli değildir. Yaratılmışın hayırlısı, yerin yüklendiği, semanın gölgelendirdiği, varlığın gözdesi Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) den şöyle bir Hadis,i şerif rivayet edilmiştir.
- “ Kıyamet günü cehennemin üzerinden geçildiği zaman, cehennem bağıracak, çabuk geç! Ey mümin nurun alevimi söndürdü.”
O cehennemin ateşini söndüren nur, ancak dünyada kazandığın ve beraber götürdüğün iman nurudur. O nur, hem isyan eden, hem de itaat edende vardır. Ama isyan eden ondan faydalanamaz...
İşte dünyadaki bela ateşini de söndüren bu nurdur. Sen de eğer sabreder Hakk'a uyarsan mükafatını görürsün. Belanın sana gelmesi seni heyecana düşürmesin. Yaklaşması seni çekindirmesin. Çünkü bela seni öldürmek için gelmez, seni tecrübe etmek için gelir, imanın sıhhatini ölçmek için gelir. Hakk'a olan bağlılığını kuvvetlendirmek ister. Senden memnun olur. Seni Hakk'a müjdeler... Allah-ü Teala buyurdu:
- “Biz sizi imtihan ederiz. Ta ki, içinizdeki mücahitleri anlayalım... Ve işlerinizden haberdar olalım. “
Hakka karşı imanın doğru olması ve O'nun işlerine boyun eğmek muvafakat göstermen yine O'nun sana bir lütfu ve merhametidir. Bunu böyle bil ve sonuna kadar sabra devam et. Hakk'a uyar bir Müslüman ol. Artık bu halle bezendikten sonra, senden ve başkasından Allah'ın emirlerini yapmaktan başka bir şey bekleme. Ve yasaklarından kaçmaktan başka bir şey umma. Her hangi bir yerde dini emirlere dair bir şey olursa derhal ona koş. Onları doğru işitmeğe çalış. Yerine getirmeğe gayret et. Derhal harekete geç, miskin miskin oturma. Kadere teslim olup kalma... Zuhurata uyup durma. Allah'ın emirlerini yerine getirmek için bütün gücünü kuvvetini sarf et. Aciz kalırsan Allah'tan yardım iste. O'na tazarru et, yalvar. Acaba:
- “Niçin ibadetten geri kaldım? “
De ve sebebini araştır. Belki de buna sebep senin bazı lüzumsuz şeyler istemen olmuştur. Belki de bazı edebe uymayan hareketler yapmışsındır. İhtimal ki, ibadete gevşek davrandın, gücüne kuvvetine güvendin... Ve nihayet bilgine güvendin, nefsi ve halkı, Allah'a karşı ortak yaptın. Netice, bunların hepsi senin helakine sebep oldu. Mevla da sana bu yüzden rahmet kapılarını kapadı. Taatinden azletti. Hizmetinden kovdu. Yardımını kesti. İyilik yüzünü senden çevirdi. Ve nihayet sana kızdı, darıldı. Dünyayı, nefsi, şahsi arzuları senin başına bela etti...
İyi bilmelisin ki, bu gibi adi işlerle uğraşmak, iyi meşguliyet değildir. Bunlarla uğraşmak seni yaratanın, besleyenin rahmetinden uzaklaştırır...
Sakın Mevla'ya ibadet etmekten, seni Mevla'nın gayri alıkoymasın. Allah'tan başka ne varsa hepsini gayri olarak bil. Ve bunları Hakk'a tercih etme... Çünkü seni onlar değil Allah yarattı. Sakın kötülükleri yaparak nefsine zulmetme. Eğer, yaratanın emirlerini bırakıp, başkasıyla uğraşırsan seni ateşe atar. Öyle ateş ki; onu tutuşturan insanlar ve küfür taşıdır. Sonra pişman olursun fakat beyhude. Özür dilersin kabul olunmaz. İtap(*)olunmaya razı olursun fakat yine hiç. Tekrar iyilik yapmak için dünyaya dönmek istersin, kimse seni gönderemez.
Özüne acı, acı... Ona merhamet et. Sana verilen duygularını iman yolunda, iyi işlerde, taat ve ibadet yolunda kullan. Bunlarla marifet kazan, ilim öğren. Bu ibadet ve marifet nuru ile karanlıkları aydınlatmağa çalış. Emri tut. Yasaklardan kaç. Hak yolda bu ikisi ile yürü. Seni, ilk önce topraktan insan yapan Hâlik'ini (Yaratıcı'nı) inkara kalkışma!..
O'nun emrinden başka bir şey isteme. Ve O'nun kötülediği şeylerden başkasını kötü görme. Dünya ve ahret için elindekiyle yetin. Dünya ve ahret için kötülediğimiz şeyleri kötü olarak bil.
Her sevilen, istenen Allah için istenmeli. Ve her istenilmeyen yine, O'nun için istenmemeli.
Eğer sen, Allah'ın emrinde olursan, bütün canlılar da senin emrinde olur. Ve eğer Allah'ı' yasak ettiği şeylerden kaçarsan bütün kötülükler de senden kaçar. Nerede bulunursan bulun daima iyilikle karşılaşırsın.
Allah-ü Teala hazretleri Peygamberlerine gönderdiği bazı kitaplarda şöyle buyurmuştur:
- “Ey ademoğlu! Ben öyle Allah'ım ki benden başka ilah yoktur; bir şeye ol dersem, olur. Bana itaat edersen, seni de benim gibi yaparım. Her neye ol desen olur!..”
Yine buyurmuş:
- “Ey dünya! Bana ibadet edene sen yardım et... Sana koşanı da yor!..
Allah'ın yasak ettiği bir şeyi yapmakla karşılaşırsan şöyle ol: Mafsalların birbirinden ayrılmış, duygun yok olmuş, kalbin kırılmış, cesedin ölü, ümitlerin kırılmış, adet ve resmiyeti unutmuşsun. Gözünde bütün sahra karanlık ve bulunduğun yeri yıkılıyormuş gibi gör. Bina eskimiş, tavan çökmek üzere. Böylece oturduğun yerde hissiz, duygusuz kal. Kulağın sağır olsun, sanki öyle yaratılmışsın bil. Dudakların oynamaz olsun, lisanında lallık olan gibi ol. Dişlerin bir güçlük karşısında kalmış, dökülüyormuş farz et. Kolları çolak gibi, bir şeyi tutamaz olsun. Ayakların çaprazlaşmış, bir yere gidemiyor, yürüyemiyor gibi gör. Kendini cinsi münasebetten aciz bil. Öyle, sanki, cinsi hiçbir şeyle meşgul olmamışsın...
Karnın hiçbir şey yiyemeyecek kadar dolu olsun. Yemeğe ihtiyaç duyma. Aklın bozulmuş olsun, kendini mecnuna benzet. Kabre doğru gidiyormuşsun gibi düşün...
Hülasa olarak şunları söylemek isterim ki: Allah'ın emirlerini derhal duymağa çalış ve koş!.. Yasaklarına karşı olduğun yerde kal, gitme!.. İlahi kader karşısında cansız ol, yokluğa gömül, fani ol...
Bu şerbeti hoşlukla iç... Kendini bununla tedavi et. Bundan gıda al... Günahın verdiği manevi hastalıklardan bununla kurtulursun. Nefsin illetini ancak böyle temizleyebilirsin.
Bu işler, Allah'ın izni ve dilemesiyle olur...

(*) azarlama, darılma

14. VELİLERE UYMAK
Sen nefsine, kötü arzularına taptıkça , velilerin derecesine çıkmayı isteme... Halbuki onlar yalnız Mevla'ya kulluk ederler. Senin istediğin dünya, onlarınki ise ukbâ... Sen yalnız bu dünyayı görürsün, onlar yerin, göğün sahibini görürler. Sen halkla ünsiyet edersin, onlar daima Hak la olurlar... Senin kalbin, yerdekilere bağlı; onların kalpleri arşa bağlıdır. Sen gördüğünü tuzağa düşürmek istersin, onlara gelince, senin gördüklerine iltifat etmezler. Yalnız yaratanı görürler ve O'nun emirlerine uymağa bakarlar. O, Allah dostları, bulacaklarını Hak'la buldular, ereceklerine erdiler. Sana gelince; zavallı bir halde, şehvetine uydun kaldın.. Yalnız dünyayı ve arzularını gördün. Halbuki onlar; halkı, arzularını, temennilerini bırakarak bu yola girdiler. Yüksek derecelere bu sayede erdiler. Onları bu makama, yaptıkları, ibadet, taat, sena götürdü. Bu da onlara Allah'ın ihsanıdır, ki istediğine verir.
Onlar; ibadete, taate; Allah'ın yardımı ve verdiği kolaylıkla, bıkmadan usanmadan koştular. İbadet onlara ruh oldu... Manevi bir gıda oldu. Onlar, bu hale devam ettiklerinde dünya başlarına bela oldu. Bir felaket halini aldı. Fakat onlar bunu duymadılar. Kendilerini cennet evinde gördüler. Onlar her şeyin evvelini aradılar, şimdiki haline aldanmadılar. Hak Teala onları evvelden niçin yarattı ve neyi anlattıysa onu öğrenmeğe çalıştılar. Yer onların hürmetinde durur. Sema onların duası ile açılır. Ölüm, onların kararı ile olur. Bu salahiyeti onlara Mevla vermiştir. Padişah onları yerin düzeni için yaratmıştır, yer yüzünü onlarla bezemiştir. Onlar hep birden dağlar gibidirler. Hakk'a giden yollar bunlar arasından açılmıştır.
Malı, mülkü gaye edinip, bunlardan kaçana merhamet yoktur.
Onlar, yeryüzündekilerin hayırlısıdır. Yer, gök baki kaldıkça onlara selam ve saygılar olsun.

15. KORKU VE ÜMİT
Rüyamda, mescide benzer bir yerde bulundum. Orada, her şeyden elini çekmiş insanlar vardı. Kendi kendime; bir zatı kastederek şöyle dedim:
- «Eğer o bunlar arasında olsaydı, bu hallerini ıslah ederdi..»
O cemaat etrafıma toplandı. Bana:
- «Niçin konuşmuyorsun?»
Diye sordu, ben de şöyle dedim:
- «Eğer konuşmaya razı ederseniz konuşurum.»
Sonra onlara şöyle bir konuşma yaptım:
- «Halkı bırakıp hak yolu tuttuğunuz zaman halktan dilinizle bir şey istemeyin.»
Devam ettim:
- «Buna muvaffak olursanız, kalbinizle de bir şey istemeyin. Çünkü kalple istemek, dille istemek gibidir.»
Biliniz ki Allah-ü Teâlâ her an bir iş yapar, bozar, yeniden yapar... Yükseltir, alçaltır... Bir kısım velileri en yüksek dereceye çıkarır, diğer bir kısmı en aşağı tabakaya indirir. Yüksektekilerin korkusu aşağıya düşmektir... İstedikleri de bulundukları halde kalmaktır. Aşağıdakilerin korkusu da, bulundukları halin devam etmesidir. İstedikleri ise daha yüksek makama çıkmaktır.
Bunları söyledim sonra uyandım...

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Fütûh-ül Gayb
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Rical'ül Gayb (Gayb Erenleri)
» Gayb'a İman
» Gayb Nedir?
» Gayb ve Miraç
» Gayb-ı Mutlak Nedir?

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Bilgi Köşesi :: Gayb Alemi-
Buraya geçin: