Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Seyyid Battal Gazi

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
soner




Mesaj Sayısı : 3323
Kayıt tarihi : 31/05/10

Seyyid Battal Gazi Empty
MesajKonu: Seyyid Battal Gazi   Seyyid Battal Gazi Icon_minitimePerş. Tem. 22, 2010 3:47 pm

Seyyid Battal Gazi
Gönderen: Ayşegül
Battal Gazi veya Seyyid Battal Gazi, 8. yüzyılda yaşadığı tahmin edilen ve hakkında çeşitli inanışlar bırakmış bir liderdir. Farklı kaynaklarda etnik kökeni Türk, Arap veya Anadolu yerli halkından olarak belirtilmiştir. Battal Gazi, Malatya'da doğmuştur. Doğduğu ve yaşadığı evin yeri halen mevcuttur. Yıkıntı halinde korunmaktadır. Uzun yıllar halka yemek dağıtılan hayrat yeri olarak kullanılmıştır. Evliya Çelebi seyahatnamesinde bahsedilmektedir.[1]

'Battal' kelimesi, Arapça kökenli bir sözcüktür. "Vazgeçti, caydı" anlamına gelir. Bir savaşta yendiği bir düşmanının Müslümanlığı kabul etmesi yüzünden onu öldürmekten vazgeçtiği için o düşmanı tarafından kendisine bu lakap verilmiştir. Asil adi Cafer' dir. Ancak, Mezopotamya'da yaygın olarak kullanıldığı bilinmektedir.[2]

Battal Gazi'nin soyu hakkında çeşitli söylentiler vardır ilki Malatya Serdarı Hüseyin Gazi'nin oğlu olduğudur. Asıl adının Abdullah ya da Ebu Hüseyin olduğu ileri sürülmektedir. Asıl adının Cafer olduğunu benimseyenler ise onun peygamber soyundan geldiğine, atalarının İmam Cafer, İmam Zeynel Abidin yoluyla İmam Hüseyin'e, dolayısıyla da Hz. Ali'ye ulaştığına inanırlar ve seyyidlik unvanını da soy geçmişinin kanıtı olarak gösterirler.[3]

M. S. 395 yılında Roma'nın ikiye bölünmesiyle, Frigya, Bizans toprakları bölümünde kalmıştır. Eskişehir ve çevresindeki şehirler, bu dönemde eski önemlerini yitirmişlerdir. Sadece Pressinus ticaret yolu üzerinde bulunan Dorlion Kaplıcaları varlıklarını sürdürebilmiştir. Bizans topraklarını istila eden Arap orduları , Eskişehir yakınlarına kadar gelmişlerdir. 708 yılında Abbas Bin Velid ve 778 yılında Masan Bin Kataba burayı işgal etmiştir.

7. yüzyılın sonundan, 10. yüzyılın sonuna dek 300 yıl süren Bizans-Arap Savaşları bazı efsane ve destanların doğmasına neden olmuştur. Bunlardan en önemlisi Seyit Battal Gazi Destanı'dır. Seyit Battal Gazi Destanı'nın Bizanslılarca uyarlanmış şekli "Digenis Akritas" destanıdır.[4]

Arapların Bizans'a karşı açtıkları seferlerde, Türkler fiili askerlerin çoğunluğunu oluşturmaktaydı. Bu sınır alanlarında Gazi'ler, Bizans seferlerinin akıncılarıyla karşı karşıya gelmekteydiler. Seyyid Battal Gazi, Abbasi halifesi adına Malatya valisi Ömer bin Abdullah'ın da katıldığı birçok sınır savaşlarının kahramanıdır. Bizans'a karşı Müslümanların yaptıkları savaşlarda gösterdiği başarıları destanlaşmış bir sınır boyu savaşçısıdır.[3]

Battal Gazi hakkında bugüne ulaşabilmiş kaynaklar sadece mesnevi tarzı yazılmış, birbirini hem destekleyen hem de çelişen olgular içeren destanlar ve halkın hafızasında kalmış olan bilgilerdir.[1]

Efsaneye göre Seyit Battal Gazi, Abbasi Halifeleri Mutasım ve Vathig zamanında yaşamıştır. Fakat dünyaya geleceği, Hz. Muhammed'e ölümünden önce Cebrail tarafından haber verilmiştir. Bu yüzden peygamberin bir adamı mağarada saklanarak 200 yıl bekler. Peygamberin sözünü yerine getirir ve Seyit Gazi'nin atı Aşkar Divzade'yi kendisine verir.

Başka bir efsaneye göre: Seyit Gazi'nin babası Malatya Sultanı'nın ordusunda kumandandır. Rumlar'a karşı yaptığı bir savaşta ölür. Seyit Battal, 13 yaşına geldiğinde bütün İslam bilimlerini öğrenmiştir. Kılıç kullanmakta ve ata binmekte üstüne yoktur. Babasının intikamını almak üzere yola çıkar ve yirmi dört saat içinde düşman ordusunun kumandanını, kardeşini ve belli başlı on dört kumandanı daha öldürür. Hint'ten, Mağrib'e, zaferden zafere koşar ve yedi deniz ötesine kadar adı korku saçar.

Allah, ona aynı zamanda doğa üstü güçler vermişti. Öyle bir sesi vardı ki, savaş meydanında bir kükredi mi yetmiş iki bin kâfir darmadağın olurdu.

Bir rivayete göre bir Rum Kalesi'nin kumandanının kızı, Seyit Battal'a aşıktır. Bu kalenin kuşatılması sırasında bir gün Battal kırda uyurken, kumandanın kızı kaleden bakar ve babasına imparator tarafından gönderilen yardımı görür. Seyit Battal'ı uyandırmak üzere kâğıda birkaç satır yazar, bir taşa sarıp atar. Bu küçücük taş, kahramanın tam kalbine rastlar ve onu hemen öldürür. Bu kazada Allah'ın iradesi kendini göstermiştir. Yoksa bu kadar olağanüstü güçleri olan bir kahramanın, hiçbir düşman tarafından yenilmesi mümkün değildir.

Antik Çağ'da Nakoleia adıyla anılan Seyitgazi, o dönemde önemli bir kent durumundadır. Ancak Hıristiyanlık Çağı'nda, kent eski gücünü yitirir ve Synnada Metropollüğü'ne bağlanır. 198 yılında ise tekrar "Metropollüğe" yükselir. 9. yy/dan sonra artık Nepoleia adına rastlanmaz. Bu arada Bizans eyaletlerine yayılan Selçuklular, 1074 yılında Frigya sınırına kadar gelirler. Daha sonra arka arkaya gelen akınlar nedeniyle Napoleia önemini kaybeder. Haçlıların 1079'da Napoliea üstünden, Anadolu'nun içlerine kadar girdikleri rivayet edilir.[4]

Battal Gazi Destanı'nda ve halk hikayelerinde, Emeviler zamanında Arap ordusuyla birlikte İstanbul'u kuşattığı anlatılmaktadır. Kuşatma hem denizden hem karadan yapılmış, fakat başarısızlıkla sonuçlanmıştır.Destanda Battal'ın düşmanı, Arap komutanına oyun oynayıp kuşatma başladığında İstanbul'a geçerek imparatorluğunu ilan eden İmparator Leon'dur. Arap tarihinde II. İstanbul kuşatmasının tarihi 717-718 olarak belirtilmektedir. Bizans tarihindeki veriler de bu tarihi doğrular niteliktedir. Ayrıca Bizans tarihinde İmparator III. Leon'un tahta çıkma tarihi 717 olarak belirtilmiştir, bundan dolayı destandaki Leon'un İmparator III. Leon olma olasılığı üzerinde durulmaktadır. Destanda Battal Gazi'nin kuşatma sırasında yirmili yaşlarında olduğu söylendiği için, Battal Gazi'nin doğum yılının 690-695 civarı olmasının olası olduğu düşünülmektedir. Battal Gazi'nin ölüm yılının 740 olduğunda tarihçiler mütabakata varmışlardır.[1]

Seyyid Battal Gazi'nin tarih sahnesine çıkışındaki misyonu, İslamiyet'in yayılmasına ve güçlenmesine hizmet edecek bir savaşçı olmaktır. Ama iş burada kalmamış Hacı Bektaş Velî başta olmak üzere tüm Kalenderîler ve diğer önderler, Seyyid Battal Gazi'yi en büyük pir olarak kabul etmişlerdi. Bu Hacı Bektaş Velî'nin Seyyid Battal Gazi Külliyesi'ni ziyaretiyle başlamıştır.[3]

Eşi ve iki çocuğunun kabirleri Malatya'nın Battalgazi ilçesinde bulunmaktadır. Babası Hüseyin Gazi ise Ankara'da Hüseyin Gazi Tepesi'ndeki türbede yatmaktadır.[2]

740 yılında Eskişehir'in Seyitgazi ilçesi yakınlarında savaşta aldığı yara sebebiyle şehit olmuştur. Anadolu'da İslam'ın yayılmasına büyük katkıları olmuştur.[1]

Battal Gazi Destanı
Seyyid Battal Gazi'ye ait kahramanlık hikâyelerini içine alan bir eserdir. Battal Gazi, 8. yüzyılda Emeviler'in Anadolu'da Bizanslılara karşı açtıkları savaşlarda “Battal” (kahraman) lakabıyla ün kazanmış Müslüman bir Arap kumandanı olup asıl adı Abdullah'tır. Bu Müslüman kumandan hakkında söylenen kahramanlık hikâyeleri ve menkıbeler, 11. yüzyıldan itibaren Türkler arasında büyük rağbet görmeye başlamış ve Battal Gazi, gazi-velî hüviyetiyle yüceltilerek destan kahramanı haline getirilmiştir.

Battalname'de Battal Gazi'nin Anadolu'da Hıristiyanlarla yaptığı savaşlar konu edilmektedir. Bu savaşlarda merkez saha genellikle Malatya yöresidir. Savaşlar İslâmiyet-Hıristiyanlık mücadelesi şeklinde dini bir hüviyet taşır. Cihad ve gaza ruhu kendini kuvvetli bir biçimde hissettirir. Battal Gazi bu savaşlarda bir “evliya” karakteri sergiler. Devler ve caddarla savaşır; okuduğu dualarla büyüleri bozar; ateşte yanmaz; göz açıp kapayıncaya kadar uzun mesafeler aşar; Hızır'la yoldaştır, sıkışık zamanlarda ondan yardım görür. Kâfirleri İslâm'a davet eder, davetini kabul etmeyenleri öldürür. Her savaşın sonunda elde ettiği malı mülkü din uğruna savaşan yiğitlere dağıtır.

Türk gazi tipinin mükemmel bir örneğini aksettiren Battal Gazi, gerek kahramanlığı, gerekse evliya karakteriyle Anadolu insanı üzerinde son derece etkili olmuştur. Bu yüzden de Battalnâme Anadolu halkı arasında asırlarca sözlü olarak yaşamıştır. Ayrıca Anadolu dışında yaşayan Türk toplulukları arasında da sevilmiş, yazılıp okunmuştur. Tamamen Müslüman Türk geleneklerine göre meydana getirilmiş olan Battalnâme'nin yazıya geçiriliş tarihi henüz kesin olarak tayin edilememekle birlikte, eserin 11-12. yüzyıllarda Danişmendliler zamanında söylendiği ve Danişmendnâme'nin yazılış tarihi olan 643′ten (1245-46) önce yazıldığı tahmin edilmektedir.

Battalnâme'nin bugün bilinen nüshaları arasında yazıldığı döneme ait olanı yoktur. Eldeki nüshalar daha sonraki dönemde yazılmışlardır. Bilinen en eski nüsha 840 (1436-37) tarihini taşımaktadır (Arkeoloji Ktp., nr. 1455).15 Battalnâme, Darendeli şair Bakai (ö. 1785) tarafından 1183'te (1769) manzum olarak da yazılmıştır.[5]

Seyyid Battal Gazi Külliyesi
Seyitgazi İlçesinde, 150 metre yüksekliğinde Üçler Tepesi' nin doğuya bakan yamaçları üzerindedir. Bu külliye Seyyid Battal Gazi' ye ithafen yaptırılmıştır (1207 - 1209).

Anadolu'nun Bizans İmparatorluğu egemenliği altında bulunduğu M.S. 700 yıllarında, İslamiyet henüz Anadolu içlerine yayılmamıştı. İslamiyet'i kabul etmiş olan Emeviler doğudan sık sık Bizans'a karşı Anadolu'nun içlerine akın yaparak Anadolu'yu ele geçirmek ve İslamiyet'i yaymak istemişlerdir. 720-740 yıllarında sıklaşan bu akınlardan birinde Seyyid Battal Gazi lakabı ile anılan bu efsaneleşmiş halk kahramanı, bugünkü Seyitgazi ilçesinin bulunduğu (antik adı Nakolea) Mesih Kalesi olarak bilinen bölgede 740 yılında şehit düşmüştür. Bizans'a karşı yapılan savaşlarda büyük kahramanlıklar gösteren ve İslamiyet'in Anadolu' da yayılmasında büyük katkısı olan, yıllar yılı nesilden nesile kahramanlıkları anlatılan Seyyid Battal Gazi adına 1207-1208 yıllarında Anadolu Selçuklu Sultanı 1. Alaaddin Keykubat'ın annesi Ümmühan Hatun tarafından türbe ve cami yaptırılmıştır. Daha sonra Ümmühan Hatun için de burada iki katlı eyvan biçiminde bir türbe eklenmiştir. Osmanlı Devleti'nin kuruluş ve gelişme dönemlerinde; onarım, yeniden yapım eklemelerle yapılan topluluk külliye halini almıştır. Osmanlı Devleti döneminde vakıflaştırılmış Cumhuriyet Dönemi' ne kadar dini eğitim, tören ve toplantıların yapıldığı medrese ve tekke olarak kullanılmıştır.

Bugün mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait olan ve 1954 yılına kadar harap bir durumda bulunan külliye, bu tarihte yapılan geniş bir restorasyon çalışması ve çevre düzenlemesi ile bugünkü durumuna getirilmiştir. Yapılan ışıklandırma sistemi ile geceleri aydınlatılmakta, etkileyici görünümü, turistik ve dini amaçlı ziyaretçileri ile Seyitgazi ilçesine canlılık kazandırmaktadır.[6][7]

Seyyid Battal Gazi'nin Kabri
Zaman 1204 yıllarında, Anadolu Selçukluları'nın başında Sultan Alaaddin Keykubat'ın hükümran olduğu çağlardır. Alaaddin Keykubat, son derece adil, aydın ve sevilen bir insandı. Annesi Ümmühan Hatun da, tıpkı oğlu gibi, adalette, cömertlikte, iyilikte kimsenin yarış edemeyeceği bir kadındı. Günlerden bir gün, bir rüya gördü. "Tasvir gibi güzel, Hamza gibi son derece kuvvetli, Ali gibi heybetli" bir yiğit Ümmühan Hatun'a dedi ki: "Ey Hatun! Ben O kişiyim ki Diyarı Rûm'u aldım, kâh karada, kâh denizde doksan yıl gazilik ettim. Sonunda Mesihiye kalesinde şehit oldum. Gel beni ziyaret et, Üzerime bir türbe yap!." Ümmühan Hatun, rüyasını oğluna anlattı, Alaaddin Keykubat, haznedarlarına emir verdi, ne lazımsa develere yükletildi. Sultan Hatun Mesihiye kalesine doğru yola çıktı.

Emre köyünden, kutluca Çoban o devirlerde harap bir halde bulunan Mesihiye kalesi çevresinde koyunlarını otlatırdı. Çoğu çobanlar gibi uyanık gönüllü, keşfi açık, nasipli bir insandı.

Bir gün koyunlarını otlatırken, koyunların bir yere gidince yürüyemediklerini, sanki önlerindeki toprağa basmak istemediklerini fark etti. Acaba yanılıyor muyum diye bir denedi, iki denedi, fakat gördü ki hiçbir koyun o yere ayağını basmıyor. Kutluca Çoban ertesi gün, belki unutmuşlardır diye sürüyü gene dün işaretlediği o topraklardan geçirmek istedi ama nafile! Çoban gördüklerinde yanılmıyordu. Burada bir şey vardı, hayvanların basmak istemedikleri, her halde kutlu bir şey, belki bir mezar...

Bir gün, beş gün, on gün... Çoban artık o topraklardan ayrılamaz oldu. Bir gece, gene aynı yerde, koyunlar otlar, çoban derin derin düşünürken, ansızın, gökten bir nur dalgasının , koyunların asla çiğnemediği o toprak parçasına indiğini gördü. Kendinden geçti, mest ve hayran kadı, koyunlar da yerlerinden kıpırdamadılar, gün ışıyıncaya kadar öyle kaldılar.

Kutluca Çoban, gece gördüklerini vardı, gitti Mesihiye beyine anlattı. Bey, hemen o yerin etrafına bir duvar çektirtti, "Kimse içeri abdestsiz girmesin, kimin ne haceti varsa orada iki rekat namaz kılıp istesin, niyazları kabul olunur." dedi.

Günlerden bir gün, Ümmühan Hatun'un kervanı geldi Mesihiye kalesinin yolunda bir yere kondu. Bey, Ana Sultan'ı karşılamaya varınca Ümmühan; "Bu kale yakınında hiç ziyaretgâh var mıdır?" diye araştırdı. Bey, bilmiyordu. Ancak, Kutluca Çoban'ın görüp anlattıklarını Ana Sultan'a aktardı; "Ne vardır bilmem ama ben etrafına duvar çektirttim, şimdi herkes oraya gider" dedi. Ümmühan Hatun, ses etmedi. Kalktı ve Kutluca Çoban'ın bulunduğu yere gitti, bir de onu dinledi. Sonra orada iki rekât namaz kıldı ve "Gördüğüm rüya Allah katından ise bana onu yine göster" diye yalvardı.

Evet! Ümmühan Hatun'un rüyası Allah katındandı. Çünkü o tasvir gibi güzel, Hamza gibi güçlü, Ali gibi heybetli insanı gene gördü."Kılıç belinde, imame başında, nikab yüzünde idi" idi. Nikabını açtı ve "Ol gördüğün benim! Seyyid Battal Gazi'yim. O kişiyim . Türbemi sen yaptır. Bir mescit, bir de tekke bünyad eyle. Alimler ve dervişler getir, vakıflar yap" dedi. Ümmühan Hatun ağzı dili bağlanmış, karşısında divan duruyordu. Seyit Gazi, ona iki kitap verdi; "Bizim yâdigârımız olsun!" dedi. Hemen ertesi gün Ümmühan Hatun'un emriyle mimarlar, nakkaşlar, ustalar, kalfalar, çiniciler, boyacılar, camcılar... kısaca Selçuk ülkesinde ne kadar sanatçı varsa, Mesihiye kalesine çağrıldı. Seyit Battal Gazi'nin istediği gibi mescit, medrese, semâhane, aşhane, misafirhane binaları yapıldı.

Bütün bu sayılanlar güzelliğine ve değerine paha biçilemeyen bir çift küpenin tekiyle yapılmıştır. Bir gün türbe yıkılır, yanar, yeniden yapımı gerekirse diye, küpenin tekini Ümmühan Hatun direklerden birinin dibine bir demir kutu içinde gömdürdü. Ama hangisinin altında olduğunu direkler bile bilmiyor. Onun için Her Allah'ın günü "Benim altımda, hayır benim altımda" diye çekişip dururlar. Türbenin büyük kapısında "Esselâmün aleyküm ya Sultan Seyit Gazi" diye yazar. Giriş kapısında ise "Bu mübarek makam Sultan Seyit Battal Gazi'nindir. Hak rahmet eylesin" diye haber verir.[8]

Adı dilden dile, ünü kuşaktan kuşağa yayılan Seyyid Battal Gazi'nin kimliği, ailesi ve soyu konusunda farklı bilgiler verilmektedir. Azımsanmayacak kaynakta ortak görüş olarak benimsenmiş ve yaygınlaşmış olanı şöyle özetlenebilir:

674/680-740 yılları arasında yaşadığı kabul edilen Seyyid Battal Gazi, Malatya Serdarı (komutanı) Hüseyin Gazi'nin oğludur. Asıl adının Abdullah ya da Ebu Hüseyin olduğu ileri sürülmektedir. Adının Cafer olduğunu benimseyenler ise, O'nun Peygamber soyundan geldiğine, atalarının İmam Cafer, İmam Zeynel Abidin yoluyla İmam Hüseyin'e, dolayısıyla da Hz. Ali'ye ulaştığına inanırlar ve seyyidlik unvanını da soy geçmişinin kanıtı olarak gösterirler. Battal adının yiğitliğinin, cesaretinin ifadesi olduğu, gazilik sanının da gazalarda gösterdiği kahramanlıktan dolayı verildiği belirtilmektedir.

Öbür değerlendirmelere gelince; Taberi başta olmak üzere kimi tarihçilere göre O'nun asıl adı Amr ya da Omar'dır. Antakyalı veya Şamlıdır. Bazılarına göre de Emeviler'in azatlı kölesidir. Çalışkanlığı ve kahramanlığı sayesinde komutanlığa, hatta Misis şehri valiliğine kadar yükselmiştir. Ölüm yeri konusunda da farklı bilgiler verilmekle birlikte çoğunlukla Afyon yakınları veya bugünkü Seyitgazi olduğu, ölümünün de Akrenion savaşları sırasına rastladığı ortak görüş halindedir. F.R. Haslok'a göre: Kahramanın kendisi Abdullah Ebül Hüseyin el Entaki ismindeki tarihi şahıs olup el Battal (kahraman) bir övünç unvanıdır. Zamanındaki Arap ve Bizans kaynaklarına göre sekizinci asırda Arapların Bizans seferlerine katılmış ve Milâdi 740'da Akroneos (Afyonkarahisar) çarpışmasında yaralanarak bugün ismini taşıyan tekkenin birkaç mil güneyinde şehit düşmüştür.

Karl Wulzinger'e göre de: "Cafer Bin Hüseyin Seyyid Battal Gazi, tarihi bir kişi olup babası Hüseyin Gazi'nin ve kendisinin biyografisi destanlarla süslenmiştir. İslâmi tarihçilerin yanında Theophones de halen Bonn'da bulunan Chanographia (Zamanın kronolojisi) adlı eserin 633. sayfasında ondan söz etmektedir. Theophanes'e göre Battal ve Melik 20 bin kişilik bir kuvvetle Akroenes (Akrenion) yakınlarında Leon ve Konstantin komutasındaki Bizans ordusu ile çarpışmakta olan İslâm ordusunun yardımına gelirler. Savaş çok şiddetli geçer ve her iki taraftan da çok sayıda insan ölür. İslâm ordusu Symnada (Şuhut)'ya çekilirken Battal da yaralı olarak III. Leon'a esir düşer ve yolda ölmesi üzerine de Akrenion'a yaklaşık 100 km. uzaklıktaki bugün Seyitgazi olarak anılan yerde vasiyeti uyarınca defnedilir. Babası Hüseyin Gazi de bazı kaynaklara göre Bizans'a yapılan bir akında şehit düşmüştür. Makamı Ankara yakınlarında kendi adıyla anılan Hüseyin Gazi tepesindedir. Annesi Saide Hatun ile eşi Zeynep Hanım'ın ve iki oğlunun mezarları ise eski Malatya'dadır. Annesi Saide Hatun'un peygamber sülalesine ulaştığını söyleyenler de vardır. Ancak soy süreğinin babadan geçtiğine inananlar bunu kabul etmezler.”

Prof.Dr. Mükrimin Halil Yinanç'ın 1940'lı yıllarda Almanya'da bulduğu bir nesepname'de Battal Gazi'nin soy kütüğünün Hz. Hüseyin'e ulaştığı gösterilmektedir.

Prof. Dr. Fuat Köprülü'ye göre O, "Müslümânlığı kabul eden Türk gazileri arasında yaşamış bir destan kahramanıdır." Claude Cahen'e göre de "Bizans savaşlarının bir Arap komutanıdır." İslâm tarihçisi ve bu alanın tanınmış araştırmacısı Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak'a göre ise Battal Gazi; "Ünü Orta Asya'dan Endülüs'e kadar yayılmış, tarihi kimliği, efsanevi" kişiliği tarafından yutulmuş bir Arap mücahididir. Seyyid'lik unvanı ona XIII. ya da XIV. yüzyıllarda Anadolu'da verilmiştir. Onun Hz. Ali ya da İmam Hüseyin soyundan geldiğinin kanıtı olduğu iddia edilen siyadetnamenin ise tarihen ispatı ve geçerliliğinin kanıtlanması mümkün değildir.[9]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Seyyid Battal Gazi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Osman Gazi (Otman Bey, I. Osman, Osman Ghazi)
» Orhan Gazi
» Ey Oğul (Şeyh Edebali'nin Osman Gazi'ye Nasihati)
» Osman Gazi (Otman Bey, I. Osman, Osman Ghazi)
» Osman Gazi (Otman Bey, I. Osman, Osman Ghazi)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Bilgi Köşesi :: Tarih-
Buraya geçin: